29 Ekim 2012 Pazartesi

CUMBADAN RUMBAYA !...

       

   Kordonboyu'ndaki iki katlı, cumbalı evlerin sonuncularını görebilecek kadar erken geldim dünyaya !.. "Cumbadan Rumbaya" adlı Yeşilçam filmini de seyrettim. Peyami Safa'nın aynı adlı kitabından aktarılan filmde İzmirli Çolpan İlhan ve melankolik bakışlı Efkan Efekan oynuyordu.. Çolpan İlhan gibi, sonradan ünlü olacak ne çok kişiyi ihraç etmiştir bu şehir.. Ne de olsa benim şehrim, aslında  bir ticaret şehridir. Burada her şey gelişe ve gidişe göre uyarlanır !.. Her şey İzmir'e gelir, İzmir'den geçer ve gider.. Bu yüzden her şey ya ihraç edilir ya da ithal edilir. Bunların arasına insan da girer, sanatçı da.. Örneğin tiyatro sanatçısı yetiştirir ama kendisi çalıştıramaz, İstanbul'a, Ankara'ya kaptırır, bir süre sonra da aynı oyuncuyu, ithal etmiş olduğu şehrin tiyatro grubu içinde seyredip alkışlar !.. Ayrıca, 1950'li yılların sonunda büyük bir hevesle başlanıp bir türlü bitirilemeyen, otuz yıl orada bir utanç abidesi olarak durduktan sonra 1980'lerin sonunda yıkılıp yerini parka bırakan "Opera" binası gibi başka ayıplarımız da vardır !..
 


   Konak-Güzelyalı arasındaki, arnavut kaldırımı taşlarını bile hatırladığım  Midhatpaşa Caddesi üzerinde, sağlı sollu yer alan cumbalı evleri de gördüm.. Karataş'ta Kız Lisesi karşılarına denk gelen "Rıza Bey Aile Evi"ni bile hatırlıyorum.. Bu aile evlerinin ilk sahiplerinin yoksul Yahudiler olduğunu ve asıl adlarının "kortejo" olduğunu ise yeni öğrendim sayılır. Karataş dışında Tepecik, İkiçeşmelik, Keçeciler, Tilkilik ya da Dönertaş gibi semtlere yayılmış iki yüzden fazla aile evi.. Eskiden bunlara "Yahudihane" derlermiş.. Geçmişleri, 15. yüzyılda İspanya'dan göçen Sefaradların İzmir'e yerleştirilmelerine  kadar uzanıyor..
 
   Rahmetli ablamla eniştemin, bugün yerinde Park Apartmanı olan, yalılarından denize girdiğimi de hatırlıyorum ; deniz artık çok temiz olmasa da.. Sonra da bu güzelim körfezin nasıl böylesine katledildiğini hüsranla düşünüyorum..
   1945-50 yıllarının İzmir'inde evlerden büyük çoğunluğunun atıkları, açılan foseptiklere gitmekteydi. Genellikle, evler inşa edilirken açılan kireç söndürme çukurları sonradan foseptik çukuruna dönüştürülmüştü.. Sonra da bu çukurların üstü beton kapakla örtülüyordu. Bu dönemde atık suların, çukurun içinden, zamanla toprağa geçmesi, nüfus yoğunluğunun fazla olmaması ve sanayinin de çok gelişmemiş olması nedeniyle ciddi bir sorun oluşturmuyordu..
   Buna karşılık sahildeki evler, borularla, atıklarını denize akıtıyordu...
   İzmir için 1926 yılında Hoizler şirketi tarafından bir kanal projesi hazırlanmıştı. Bu projeye göre lağım suları, Kadifekale semtinden başlayarak, iki kola ayrılıp biri Güzelyalı, diğeri Alsancak'ta toplanarak buralarda kurulacak tesislerde gerekli işlemlerden geçirilerek denize verilecekti. Bu plana uygun olarak kentin kanalizasyonu döşenmeye başlamış ancak suların denize verilmeden önce biriktirileceği tesisler, 1950'lere gelindiğinde henüz yapılmamış olduğundan lağım suları doğrudan denize verilmiş ve bu durum, Körfez'deki kirlenmenin de başlangıcı olmuştur.. Diğer yandan, proje kapsamındaki kanalizasyon şebekesinde, İzmir'de belirli aylardaki yağmur yoğunluğu dikkate alınmamıştır. Bu da, şiddetli yağmurlarda, aşağı semtlerde devamlı su baskınlarına neden olmuştur. 1960'ların ortalarından itibaren başlayan sahil kesimindeki bitişik nizam apartmanlaşma, caddenin de asfaltlanmasıyla, bu sorunları had safhaya getirmiştir..

   Bodrum Lokantası'nı hatırlıyorum.. Os-Ka Pasajı'nın Beyler Sokağı tarafından çıkar çıkmaz karşınızda görebileceğiniz ve benim yetiştiğim son yıllarında meyhane olan Bodrum.. Kolejden mezun olduğumuz yıl, dört-beş sınıf arkadaşı orada bir gece votka-limon ile kafa çekmiştik..
   Şükran Lokantası,, Ekmekçibaşı Lokantası.. Veysel Çıkmazı'nda ( artık çıkıyor ! ) yer alan meyhaneler.. Buradaki Denizlinin Meyhanesi, "Ramazanda Meyhanemiz Nöbetçidir" yazısıyla Türkiye'nin gündemine oturmuş !.  "Çıkmaz"daki diğer bazı meyhaneler ; Enişte, Tek Nal..
 


   Başka unutamadığım bir anı da, 1968 yazında, Hisar Camisi taraflarında iken gökten yağan yanık kağıt parçaları !.. Meşhur Hükumet Konağı yangını.. Adliye'deki bazı dosyaların "ortadan kaybolması" için kasten çıkarıldığı söylenmişti o zamanlar !..
 
   Konu konuyu açıyor.. Önemli olan, okuyucuyu fazla sıkmadan bırakmak !.. Bu günlük de bu kadar..
 
   Güzel bir Necati Cumalı şiiri ile veda zamanı .. Esen kalın..

İTHAF 


Küçüğüm, sen şimdi onsekizindesin 
Güzelliğin gün günden dillere destan 
Hatıramda herbiri seninle canlanan 
İzmir'in günlerinde gecelerindesin 

Sönmüş yanardağlar, kaleler eteğinde 
Yüzyıllardır uyuyan şu bizim İzmir 
O âşık kadınları, levent erkekleri nerde? 
Sahiden yaşayıp göçtüler mi kimbilir? 

Balkonlara, yalılara dalar düşünürüm 
O günler uzaklaşan yelkenlerin peşi sıra 
Akan bulutlar gibi geçmiş: ne iz, ne hâtıra! 
Sır şimdi bunca güzel hayat, güzel ölüm! 

Sır şimdi gözyaşları, saadet dilekleri 
Bize gelen yüzyılların hikâyesi sır 
Eski İzmir diye ne varsa şunun bunun bildiği 
Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır 

Aşkı şehirler yaratır, şehirler yaşatır 
Ben gönlümce yaşadım, gönlümce sevdim 
Bilirim saadetim, yalnızlığım bundandır 
Seni bulduğum, kaybettiğim günden bilirim. 

Aşklarının tarihi bir şehrin tarihidir diyorum 
Gün gelir aşklariyle anılır şehirler anılırsa 
Niyetim sevdalı sözler etmek de olmasa 
İzmir için ne yazarsam sana adıyorum! 

NECATI  CUMALI
 







1 yorum:

  1. Merhabalar,

    Peyami Safa’nın “Cumbadan Rumbaya” romanından altını çizdiğim 20 muhteşem alıntıyı izniniz olursa ben de sizinle paylaşmayı çok isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/peyami-safa-cumbadan-rumbaya-romanindan-altini-cizdigim-20-etkileyici-alinti/

    Güzel okumalar dilerim,
    edebiyatla ve sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil