20 Ekim 2012 Cumartesi

ÇOCUKLUĞUMDA AİLE YAŞAMI...

   Osmanlı toplumunda son dönemlere kadar kalabalık ve ataerkil özellik taşıyan aile yapısı belirgindir. Yirminci yüzyılın ilk yıllarındaki savaşlar nedeniyle, büyük ve kalabalık aileler kırsal kesimde varlığını sürdürürken ; büyük kentlerdeki geleneksel Osmanlı ailesi çözülmeye başlamış ve Cumhuriyet, bu aileleri çözülme ve dağılma sürecinde devralmıştır. Kırsal kesimdeki büyük ailelerin parçalanmaları ise 1950'lerde, tarıma kapitalist ilişkilerin girmesiyle yaşanmıştır..
   İlk "çekirdek aile" örnekleri bürokrat kesimde görülmüştür. Ama sanayileşmeye başlayan büyük şehirlerde akrabalık ilişkileri yine de devam etmiş ; uzak mesafelerde oturan aileler, belirli aralıklarla da olsa, bir araya gelmeyi sürdürmüşlerdir.. Bu dönemde akrabalık ilişkileri gibi, komşuluk ilişkileri de oldukça güçlüdür. Genellikle, evlerinin işlerini tamamlayan kadınlar, komşularıyla kapı önlerinde "eşik muhabbeti" yapmakta, aynı zamanda da sokakta oynayan çocuklarına göz kulak olmaktadırlar..
   1950'li ve 1960'lı yıllarda çocukların toplum ve aile içindeki durumları, bugüne kıyasla, oldukça farklıydı. Biraz katı da denebilecek belirli görgü ve saygı kurallarına uymaya yönelik bir eğitim anlayışıyla yetiştiriliyorduk... "Katı" derken, dayaktan bahsetmiyorum ; o dönemlerde kaşların çatılması bile yeterdi bizlere !.. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi.. Okul andındaki gibi !.. Evin içinde aşırı serbest hareketler hoş karşılanmazdı genellikle..
   Güzelyalı Pazarına annemle gittiğimizde, eve dönerken, yaşlı bir teyzeyi iki büklüm filelerini taşırken gördüğümüzde ; annem benim elindekileri de yüklenir, "hadi şu teyzeye yardım et " derdi.. Ve ben de hiç gocunmadan, mırın kırın etmeden hatta seve seve bu işi üstlenirdim.. Bu gibi davranışlar o günlerde gayet normaldi.. Geçenlerde yaşlı bir teyzeye, o günlerdeki gibi, yardım etmek istediğimde ; gözlerini devirerek öyle bir "istemem" dedi ki şaşırdım kaldım. Kim bilir kaç kapkaççıya kurban olmuştu ve korkuyordu gariban !..    
   Çocukluğumda, "katı" kuralların yanı sıra, çok önemli avantajlara da sahiptik.En önemlisi ÖZGÜRDÜK !.. Geçen yazımda çocukluk yıllarımdaki araç sayılarını paylaşmıştım sizlerle ; sokaklarda adeta trafik yoktu, araçlar bugünkü gibi vızır vızır geçmiyordu.. Sokaklar bizlere, özgür çocuklara aitti !.. Hem de gece saat 11'lere, 12'lere kadar..
   Çocukluğumda bugünkü gibi, örneğin "Toys'R'us" tarzı, büyük oyuncak mağazaları yoktu. Doğru dürüst oyuncak bile yoktu !.. ABD malı bir uçak gemisi ve bir kovboy tabancası dışında aklımda kalan aman aman bir oyuncak yoktu.. O yıllar, "yaratıcılık" yıllarıydı. Herkes kendi kendine bir şeyler "icat" ederdi ve onlarla oynardık !..
   Yazlık sinema önlerinde makinistin kesip biçtiği filmlerden atılan parçalar örneğin.. Bunlar toplanır, loş bir odada, arkadan ışık vererek, küçük plastikten bir "projeksiyon" aletinin merceği önünden geçirerek karşı duvarda "sinema izlerdik" !..  Bu, Buca'da, evimizin bahçesindeki, kömürlük olarak kullanılan bir kulübede gerçekleşmiş ; ben de bu gösteriyi ikişer gazoz kapağına karşılık düzenlemiştim.. Yaşım 6 ya da 7...
   Neyse, dönelim yine aile konularına..
   1955 yılı 15 Nisan'ında, Yeni Asır Gazetesi, ilk ve ortaokul çocuklarına yönelik bir anket düzenlemiş.. Sorulan soru şu : "Anne ve babalarınızın nasıl olmalarını, nasıl olmamalarını, size neler yapmalarını, neler yapmamalarını isterdiniz ?.."
   Yaklaşık iki üç ay, 300-400 çocuğun verdiği yanıtlar gazetede yayımlanmış...
   Çocukların çoğu, ebeveynlerinin daha nazik olmalarını, en az haftada bir gün sinemaya gitmelerine ve arkadaşlarıyla gezmelerine izin vermelerini, çeşitli gereksinimlerinin karşılanmasını, kendilerini okutmalarını ve Pazar günleri ailece kır gezintisine gitmeyi istemişler..
   Bu yanıtların ortaya çıkardığı bir önemli gerçek de şuymuş : Çocukların giysi, oyuncak, saat gibi maddi isteklerinin yeterince karşılanıyor olması..
   İsteklerin ne kadar mütevazı olduğu da dikkatinizi çekmiştir herhalde..
   Bugünkü çocuklar ise ; bilgisayar başından kalkmayan, sevgilileriyle internette "buluşan", oyunlarını sokakta değil, Play Station'da oynayan, yalnızlığın güven verici ıssızlığını keşfeden, dokunmadan yaşamanın tadını çıkaran "X" kuşağından .. Ya da  "ne olduğu belirsiz nesil"  veya  "ölü kuşak".. Annelerinin, "göğüsleri sarkar" diye emzirmedikleri "biberon kuşağı" !.. En belirleyici özellikleri ise ; yalnızlıkları...
   Ama benim de dahil olduğum "sandviç kuşağı" ; bugünkü çocuklara kıyasla epey teknik yokluklar içinde geçen ama çok daha mutlu bir çocukluk yaşamıştır kesinlikle.. Yaşıtlarımın çoğunun da buna katılacağına adım gibi eminim..


                        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder