"Domates Güzeli" Ayşen Gruda'nın, yayına yeni başlayan televizyon aracılığıyla, dilimize soktuğu bir deyim vardı, bilmem hatırlar mısınız ?.. "Apartman Çocuğu, poroblemli (!) çocuk". Problemi bu şekilde telaffuz ederek üstüne basarak söylemiş oluyordu !..
O zamanlar, bahçeli evler ve boş arsaların apartmanlarla berabere kaldığı, 70'li yılların başlarıydı.. Sonra o acımasız zaman, apartmanların lehine işledi ve öyle bir döneme girdik ki, bir ağaca çıkıp da meyve koparan hatta bu uğurda ağaçtan bile düşen bir tek çocuk kalmadı, beton yığınına dönen kentlerde !.. Leblebi tozunu, pamuk helvasını, macunu bilen, sapanla en az bir cam kırmış, topaç çevirmeyi bilen çocukların da kalmadığı gibi..
Çocukluğumda topaç çevirmeyi çok severdim. Topaç, ucunda bir çivisi, beyaz gövdesi üzerinde birbirine paralel renkli çizgiler olan tahtadan bir koni idi. Özel ipi düzgünce topacın etrafına sarılır, ipin ucu da yüzük ve serçe parmağı arasına sıkıştırılarak yere doğru atılırdı. Aslında, biraz beceri ve el alışkanlığı da gerektirirdi. En uzun süreyle kimin topacı dönerse, o kazanırdı. O, 3-4 renkli çizgili topaç hızla dönerken beyaz bir renk alırdı. 70'li yılların ikinci yarısında tahta topaçlar önce plastiğe, sonra da 80'li yılların başlarında üstündeki düğmeye basılarak "kurulan" ve yere bırakılan "zahmetsiz" bir oyuncağa dönüşmüştü...
Karnımız acıkınca oyuna ara verip dağıldığımız evlerin kapısında annemizin elimize tutuşturduğu Vita ya da Sana yağı sürülmüş, biraz da şeker ekilmiş ekmek yenir, çok terli isek, kolay hastalananların arkasına ince bir havlu konurdu. Formula-1 yarışlarında, otoların teknik bakıma girdiği "pit stop" gibi !..
Evet, bizim çocukluğumuzda çocuklar ; çocuk parklarına veya alışveriş merkezlerine değil, bahçelere ve boş arsalara aitti..
Örneğin "tik-tak" diye bir oyun oynardık.. Düzgün bir tahta parçası bulunur, üzerine futbol sahası çizgileri biraz acemice de olsa çizilirdi. Sonra sıra, kale direkleri ve oyunculara gelirdi, yani çivilere !.. Böylece hazırlanan çivili tahta, minyatür bir futbol sahası olurdu.. Orta çizgiye bir de 25 kuruşluk yerleştirilir, böylece top da yerini almış olurdu !..Sonra sırayla parmak ucuyla fiske vurmak suretiyle karşı kaleye sürülen topu, yani 25'liği, kale yerini tutan iki çivi arasından geçirerek gol atmaya çalışırdık !..
Futbol "tik-tak"dan ibaret değildi elbette.. On ya da on iki çocuk bir araya geldi mi, aralarında yaşları büyük ya da elebaşı konumunda olan iki kişi birbirine rakip iki takım kaptanı olurlardı. Karşılıklı geçer, birbirlerine doğru bitişik adımlarla ilerlemeye başlarlardı. Kimin son adımı diğerinin ayağı üstüne denk gelirse o ilk olarak oyuncu seçmeye başlardı. İlk seçilen doğal olarak en iyi oyuncu olurdu..Bazen de topun sahibi olan çocuk, top yokluğu nedeniyle ilk seçilen olurdu !.. Son seçilenler de böylece oyunculuk değerlerini anlamış olurlar ve hüzünlenirlerdi.. Sonra da kurallar belli olur ve gazozuna maç başlardı.. Kurallar ; " 5'te devre, 10'da biter"... "3 korner, 1 penaltı" gibiydi..
Geceleri misafirliğe gelen ailelerin çocuklarıyla oynanan oyunlar da vardı.. "İsim-Şehir-Hayvan" , "Adam Asmaca" gibi.. En matrak olanlarından biri ; "Kim, kiminle, nerede ?.." oyunuydu. Oyuna katılan herkes eline birer kağıt ve kalem alırdı. İlk bölümün adı "Kim", sonraki "Kimle", daha sonraki bölümler de sırasıyla "Nerede", "Ne Yaptı", "Kim Gördü", "Ne Dedi" bölümleriydi.. Önce herkes aynı anda "Kim" bölümünü doldurur, yazdığını katlayarak yanındakine verirdi. Her oyuncu kendisinden öncekinin kağıdında bu kez "Kimle" bölümünü doldurur, yine kağıdı katlayarak yanındakine verirdi. Bütün bölümler bittikten sonra kağıtlar açılır ve kim, kimle, nerede, ne yaptı, kim gördü, ne dedi bölümlerinin farklı kişilerce doldurmasıyla oluşturulan cümleler okunurdu. Örneğin şöyle bir cümle çıkabilirdi :
"Süleyman Demirel, Zeki Müren'le, Konya'da, konsere gitti, Türkan Şoray gördü, yazıklar olsun dedi" gibi !..
Oynayanların yaşları büyüdükçe, bütün ünlü kişiler, hafiften cinsel çağrışımlardan da nasiplerini alırlardı !..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder