8 Kasım 2012 Perşembe

İNSANIN İŞTAHINI AÇAN ŞEHİR !..

  

   İlkokul öncesinden başlayan ve tabii anı dağarcığımdaki yerini kaybetmeyen bir aile içi geleneğimiz (!) vardı... Hemen her cumartesi günü annemle Kemeraltı Çarşısına inerdik. Önce alınacaklar alınırdı.. Ben de bu arada esnafı incelerdim.. Leblebi kavuran kuru yemişçiler, Balıkçılar, balık tablalarını suyla ıslatırlarken suratıma da gelen su zerreleri, bağırış çığırış, bir festivaldi sanki.. Kestane Pazarının başındaki peynirci ve zeytinciler..
   Bir gün zeytin alırken, pırıl pırıl simsiyah zeytinlerdeki bir hareketlenme dikkatimi çekmişti.. Birden o hareketin nedenini anlamıştım : Küçücük bir fındık faresi, ya da bir fare yavrusu !.. Annemi dürterek olayı anlatmaya çalışmıştım ama annem her zamanki gibi benim alışverişten sıkıldığımı sanmış, "tamam oğlum, birazdan bitiyor" demişti. Ben ısrar edip de ona gösterince, bu gibi konularda çok titiz olduğundan küçük bir çığlık atıp elindeki paketi fırlatıvermişti.. Bir daha oralardan zeytin aldığımızı anımsamıyorum !..
  Şimdiki gibi "kot lazım mı" diye soran yapışkan satıcılardan fazla yoktu o zamanlar.. Zaten benim çocukluğumda hazır giyim işi de çok gelişmemişti.. Dolayısıyla, çarşıdaki esnaf türleri de çok geniş bir yelpaze oluşturuyordu.. Şimdi ise çarşı, giyim mağazasından geçilmiyor neredeyse..
   O dönemdeki dükkanlar arasında biri vardı ki, en az on-on beş dakika izlemeden ayrılmazdım oradan : Tel kadayıf yapan usta.. Yavaş yavaş dönen bir bakır tepsi içine küçük bir ibriğin ince ağzından beyaz, yoğun bir sıvı dökerdi. Tepsinin altında ocak mı mangal mı vardı bilmiyordum ama, rengi hemen sarıya sonra da kahverengiye dönerdi.. Eliyle toplayıp alırdı onları ve yine aynı işlem baştan başlardı..
   Bu bahsettiğim dükkan şimdiki Salepçioğlu Çarşısının karşılarında kalan bir dükkandı.. Aynı zamanda artık "benim" saatlerim başlıyordu bu noktada !.. Önce Taga Kitabevine gidilirdi ve "Çocuk Haftası" dergisi cildi alınırdı.. Çok sevdiğim bir dergiydi.. Oğuz Özdeş ve Kemalettin Tuğcu gibi öykü yazarları vardı, yabancı çizgi romanlar vardı.. Kısacası adeta bir define idi benim için.. Ayrıca bir de "Doğan Kardeş" dergisi alınırdı her ay. Bunlar daha sonra ciltlenirdi..
  Ambalajlanmış kitap paketim sımsıkı koltuk altımda, kitabevinin hemen yanındaki Petek ya da onun karşısındaki Atıf Dönercisi sıradaki "beklenen şarkı" idi adeta !.. Artık öğle saatleriydi ve acıkmış midelerimizi sevindirmeye sıra gelmişti !.. Daha girişte, kar gibi beyaz giysileri içinde, beyaz şapkası başında, genellikle şişman bir dönerci ustası karşılardı gelenleri.. Siparişimizi verdiğimizde, önce biri uzun diğeri kısa bıçaklarını fiyakayla bir masatta bilerdi.. Koku bir yandan, o bıçakları bilerken çıkan iç gıcıklayıcı ses bir yandan.. Sonra, "tören" başlardı !.. Bir kayık tabak alınır, içine çıtır çıtır ve küçük boyda kesilmiş pide döşenirdi. İncecik kesilmiş ve tam kıvamında pişmiş et pidelerin üzerine özenle yerleştirilir, üzerine domates sosu ve yoğurt eklenirdi.. Döner masaya gelir gelmez, elinde mis gibi erimiş tereyağı olan küçük bir tavayla,  bir başka garson dönerin üzerinde bu tereyağını güzelce gezdirirdi.. O zamanlar kolesterol yok muydu ne ?..

   

   Dönerciden tok ve mutlu bir şekilde çıkınca, bu güzel saatlerin daha başında olduğumuzun bilinciyle ve hazla içimi çekerdim.. Şimdi sırada tatlı vardı çünkü.. Arnavut kardeşlerin işlettiği meşhur tatlıcı.. Galiba "Aksüt" idi adı.. Günümüzün "Özsüt"ünün isim babası.. Şimdiki Salepçioğlu'nun tam karşısında küçücük bir dükkan.. Ya iki, ya da üç masa vardı yanılmıyorsam.. (Adını yanlış hatırlıyorsam beni uyarın !..)  Sıkış tepiş, ayakta son sürat yenen birbirinden güzel, görüntüsüne fazla önem verilmeyen ama muhteşem tadı nedeniyle buna aldırılmayan kazandibi, kaymaklı ekmek kadayıfı, peynir tatlısı vs..
   Bu unutulmaz cumartesi günü, Elhamra Sinemasında 14:30 seansındaki (uzun film varsa, 15:00) filmle noktalanırdı..


 




   İzmir'de yüzyıllardır birlikte yaşadığımız Musevilerin İzmir mutfağına katkıları inkar edilemez.. Örneğin şu anda İzmir'le adeta özdeşleşmiş durumda bulunan boyoz.. Eskiden en iyi boyozlar, Musevilerin yoğun olarak yaşadıkları İkiçeşmelik semtinde yapılırmış..  Musevilerden İzmir mutfağına geçen diğer iki yiyecek ise ; lakerda ve badem ezmesi imiş..
   Bir de "Tatar böreği" var.. O da İzmir'e göç etmiş Kırım Tatarlarından İzmir mutfağına geçmiş.. En çok da Değirmendağı bölgesinde yapılıyormuş.. "Değirmendağı da neresi ? " diye soracak olursanız : Bayramyeri !..
Bu semt 1950'li yıllarda bile Değirmendağı olarak adlandırılıyormuş.. Kırım Savaşı'ndan kaçan Kırım Tatarları önce Karataş semtine yerleştirilmişler. Çocukları denize düşer korkusuyla daha yükseklere çıkarak buralara yerleşmişler...
   İzmir'e özgü bir başka yiyecek de "Gerdaniye Tatlısı".. Kurban bayramlarında kesilen koçların boyun kısımlarından alınan etten yapılan bir tatlı . Yapılması tarifini linkte veriyorum.
     http://www.nepisirsem.com/resimliyemektarifi.aspx?yemekid=2864
Ilık olarak yenilen bu tatlının, yenilmeden önce biraz ısıtılması gerekmektedir.. Ben hiç yemedim, açıkçası merak da etmiyorum !.. Kafamda tatlı ve et kombinasyonunu yapmayı beceremedim !..
   Doğduğum yıllarda, hatta çocukluğumdaki ünlü lokantalara gelince ; Kemeraltı Çarşısında Şükran ve Ekmekçibaşı Lokantaları, içkisiz ve ailelerin gidebildiği ünlü lokantalardı.. O yıllarda çarşıda içki içmek isteyen olursa, ya Havra Sokağı ya da Gümrük Önü'ndeki şarapçılara gidermiş.. Bir su bardağı dolusu şarap, yanında çeyrek yumurta ya da leblebi ile 25 kuruş !..
   Şükran'ın trança şişi meşhurdu. Küp şeklinde kesilmiş trança parçaları arasında domates ve defne yaprağı ile kömür ateşinde ızgarada pişirilirdi ve gerçekten de enfesti..
   Konak İskelesi üstünde meşhur Deniz Restoran ve Gazinosu.. Buraya gittiğimi anımsamıyorum.. 1960'a kadar DP lokali gibi çalışıyormuş adeta !..  İzmir'e gelen birçok ünlüyü ağırlamış, mezeleriyle namlanmış bir restoran olduğu söyleniyor..
   Basmane'de "Toros" , Alsancak'ta Kıbrıs Şehitleri'nde "Ege", yine Alsancak'ta eski Bornova Sokağında "Kulüp Orhan Restoran"
   Karşıyaka'da "Sami Bey", "Alaybey", sahilde "Celal Bey" ve iskelenin yanındaki "Tilla Restoran"..
   Karşıyaka Çarşıda bir "Sami Bey" daha hatırlıyorum ama bu, pastahane.. Çok güzel lokması ve tulumba tatlısı vardı.. Lokmasının ünü, şimdilerde öğrendiğime göre, şerbetine katılan baldan ileri geliyormuş.. Bu bal özel olarak Marmaris'ten özel olarak getirilmekte imiş..
   Bugünlük de bu kadar.. Bir şeyler atıştırmaya gidiyorum !.. Esen kalın..

   Bu yazımı sevgili Müşerref ve Bahriye Kınacıya ithaf ediyorum...
 
       




     

1 yorum:

  1. Tatlıcının ismi zaten özsüt dü.rahmetli sefer ustanın özsüt ü.o dediğiniz aksüt Başdurak camisinin karşısındaki alelade bir pastaneydi.salepçioğlunun karşısındaki o eşsiz tatları sunan o küçücük dükkan taaa o zamanlar dan da müdavimi olduğum ÖZSÜT sefer ustadır.ayrıca ünü 1980 li yıllarda kemeraltında parlayan ve zamanla franchasing yarışıyla özsüte rakip olan bolulu hasan ustayı da burada analım.aralarındaki fark hasan usta süpangle tarzı tatlılarda sefer usta ise kazandibi ve peynir tatlısında çok iyiydi.her ikisininde bağrından çıkaran İzmirim e selam olsun.hayattan geçtilerse ustalarımıza da Allah rahmet eylesin mekanları cennet olsun.

    YanıtlaSil