13 Mart 2013 Çarşamba
KENTİN MUSEVİLER'İ ( 2. Bölüm )
1838 yılında İzmir'de Fransızca olarak yayınlanan Journal de Smyrne adlı haftalık gazetenin "La Colonie Juive de Smyrne" ( İzmir'de Musevi Kolonisi) başlıklı makalesinde Museviler şöyle anlatılmaktadır : "İzmir'deki Musevi kolonisi bir yandan teokratik bir yönetim altında bulunurken, öte yandan da yasa ve kurallarda, yalnızca sultana bağlı olan bir cumhuriyet sisteminin tüm biçim ve ögeleri izlenebilmektedir. İki belirgin örgüt topluluğu yönetir, görev ve yetkileri paylaşır ; On İkiler Konseyi ya da daha çok 'Komün / cemaat' diye bilinen örgüt ve Din Adamları (Rabun) Kurulu... Tüm uluslarda izlediğimiz yenilik düşüncesinin bu topluluğu da etkilemeye başladığını ve bu nedenle söz konusu ikinci kurulda, bir süreden beri önemli değişikliklere gidildiği görülmektedir. Halen üç üyeden oluşan kurul, temyizi bulunmayan bir mahkeme niteliğindedir. Dinsel ve sivil her türlü anlaşmazlık bu kurula getirilir. Her ne kadar dine ilişkin olmayan durumların Türk mahkemelerine getirilmesi mümkünse de, bu yola çok seyrek gidildiği, ayrıca bu halde suçlunun toplumdan aforoz edilmesi de beklenebileceğinden, genelde kişilerin kendi doğal yargıçlarına, Rabin'lere başvurdukları görülür..
Komün / Cemaat Kurulu, üç gruba ayrılan on iki üyeden oluşur. Bu gruplardan birincisi, toplulukla Türk yönetimi arasındaki ilişkileri düzenler. Rabinlerden oluşan üçlü yargıç grubunun kararlarını uygulamaya koyan da bu gruptur.. İkinci grup, vergilerin toplanması ve muhtaç durumda olanlara gereken yardımın sağlanmasından sorumludur. Genel asayiş ve polislik görevi ise, üçüncü gruba düşmektedir. Böylece Komün, topluluğun muhasebe işlerini düzenlemekte ve içinden, gerekli vergiyi Türk yönetimine ödemektedir. Gelir kaynaklarının belli başlılarını ise ; ete, şaraba ve çeşitli tüketim mallarına koydukları vergilerle, özellikle varlıklı kişilerden topladıkları vergiler oluşturmaktadır. Bu konuyu düzenlemek ve varlık durumlarına göre her aileden alınacak vergiyi saptamak üzere her üç yılda bir, değerlendirme komisyonu seçilir..
Her bakımdan epeyce sefil durumda bulunan fukara sınıfının sıkıntıları çok ilginç bir çeşit yardımlaşma örgütüyle hafifletilmeye çalışılır. Sözü edilen bu kuruluş 'Bicorcholim' örgütüdür. Pek çok yönüyle, İtalya'daki 'Misericorde Derneği'ni andıran kuruluşun ana amacı ; dindaşlarının en acil gereksinimlerini karşılamaktır. Bunlardan biri ağır hastalandığında, yönetim kurulu, kendisine geceleri bakmak üzere her gün üç kişiyi saptar. Bu amaçla en zengin kişilerin de bu göreve seçildikleri görülmekte ve bundan kaçınma yolu bulunmamaktadır.. Kötü beslenme koşulları, zeytinyağı ve tuzlanmış balığı çok fazla yemeleri sonucu, Musevilerde çeşitli hastalık türleri oluşmuştur. Ev hayatları epeyce tekdüze geçer ; işlerden ve ibadetten arta kalan az bir zaman ise, eğlenmeleri için çoğunlukla yeterli olamamaktadır.."
1856 yılında, bulunduğu İzmir'deki Musevileri şöyle tanımlar George Rolleston :
"İzmir Musevileri, genellikle uzun boylu ve hemen her zaman açık renk saçlıdır. Genelde açık, çoğu kez mavi gözlü, düz burunlu ve biraz kadınımsı beyaz tenli olurlar. Çehrelerinde bir uysallık ve itaat ifadesi bulabilirsiniz. İzmir'de yoksul Musevilerin durumu, diğer bütün toplumların yoksullarına oranla daha düşkündür. Yaşadıkları evler daha kalabalık, sokakları daha kirli ve gıda rejimleri daha kötüdür. Buna rağmen, İzmir'de kendilerine çeşitli fermanlarda önemli bir takım haklar ve teminatlar sağlanmıştır. Öyle ki, genelde vergilenme yönünden egemen ırkla yani Türklerle aynı düzeyde tutulur ve onlar tarafından hırpalanmazlar. Buna karşılık, Rumların, Türklerden gördüğü her hakaret ve her eziyet, bunlar tarafından adeta Musevilere aktarılır ve bu nedenle de, özellikle dinsel heyecanların kabardığı dönemlerde, bir Musevi için, Rum mahallesi yakınında dolaşmanın güvenli olduğu pek söylenemez !.."
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder