20 Nisan 2013 Cumartesi

ESKİ GAZETELERDE İZMİR HABERLERİ...


   

   İzmir'de, İzmirlilerin şans oyunlarına olan düşkünlüklerinden yararlanmak üzere, bazı tacirler tarafından bir takım değişik yöntemler geliştirilmiştir. Bu amaçla 19. yüzyılın ilk yarısında bile, kentte sık sık özel bir takım piyangolar düzenlenmekte ve bunlar İzmir gazetelerinde halka duyurulmaktadır...
5 Ocak 1834 tarihli "Journal de Smyrne" gazetesinden ; 
"Tanınmış bir marka, şahane altın saat !
Piyangoya 80 bilet konmuş olup, bunların her biri 10 kuruşa satılmaktadır. Halen 28 bilet kalmıştır. Çekiliş, saatin şu anda bulunduğu ve biletlerin de satılmakta olduğu, marinadaki Alberti kahvesinde yapılacaktır.."

Yine aynı tarihli ve aynı gazeteden :
"Kendi özel rıhtımı olan bahçeli kent evi !
Ev, marinanın Punta (Alsancak) yönünde, İsveç Konsolosluğu'nun karşısında, M.Lanthois'nın oturduğu evin bitişiğindedir. Yeni ve sağlam yapılmıştır ve aranan her türlü konfora sahiptir. Karşısındaki rıhtım parçası da söz konusu mülkiyet içinde olup, evin tahmini bedeli 30.000 kuruşun üzerindedir.." 
  Gazete haberlerinden bu evin de piyangoya çıkarılmış olduğunu öğreniyoruz..

12 Temmuz 1834 tarihli "Journal de Smyrne" gazetesinden ; 
"Büyük, saat başlarında ve çeyreklerde çalan bir kum saati !
Piyango 190 biletten ibarettir ve biletlerin bir kısmı şimdiden satılmıştır. Biletlerin satışı tamamlandığında, çekiliş halkın gözü önünde Barbaresk Hanının kapısı önünde yapılacaktır. İlgilenenlerin Frenk Gümrüğü yakınında ve Bedesten karşısında M. Sergio Simorian'a başvurması rica olunur.."

   Yardım amaçlı piyangoların ise daha çok Türkler ve Museviler arasında yapıldığı görülür. Örneğin 1866 yılında, geliri Islahhanenin günlük giderleri ve cezaevinde yapılması planlanan atölyelerin inşasına sarf edilmek üzere bir piyango düzenlendiğini, 1 Aralık 1886 tarihli "Hizmet" gazetesinden öğreniyoruz..
   Yine "Hizmet" gazetesinin 15 Mart ve 19 Nisan 1890 tarihli nüshalarından öğrendiğimize göre ; Islahhane yararına düzenlenen piyango çekilişlerinden birinin 1890 yılı ortalarına rastladığı açıklanırken, ikramiyeler hakkında da bilgi verilmiş ve büyük ikramiyenin 10.000 kuruş olduğu, diğer ikramiyelerin 5.000, 4.000 ve 3.000 kuruş olarak bunu izlediği söylenmiş, ayrıca, iki bilete 2.000, üç bilete 1.500, üç bilete 1.000 ve on bir bilete 500 kuruş ikramiye isabet ettiğinden de bahsedilmiştir..



   3 Eylül 1889 tarihli "Hizmet" gazetesi şu satırlara yer vermiştir :
"...Kadınlarımızdan bazılarının açık saçık Kordon'larda, Göztepe'lerde dolaştıklarını daha önce de yazmıştık. Bu ihtarımızın semeresini görmek umudunda iken dün de padişahın tahta geçişinin yıldönümü onuruna düzenlenen 'Şehrayin' gecesi, dört kadının bir de ufak kız çocuğuyla birlikte adeta başörtüleriyle Kordon'da faytonla gezdiklerini gördük..

   Aynı gazetenin 7 Ocak 1890 nüshasında ise, şu satırlara rastlanmakta :
"Şu aralık kentimizde, bazı kadınların ferace ve çarşaf yerine alafranga manto giydikleri ve malum olduğu üzere, işbu mantoları gayet dar olmak nedeniyle içindekinin vücudunun tüm hatlarını ortaya çıkardığı ve buna ilaveten, peçeler dahi, baştan arkaya atılmak suretiyle yüzün kapanması hususuna da riayet edilmediği görülüyor. İslam kadınları için tesettür, bir şeriat emri olarak İslam kadınlarının ırz ve namusunun korunmasını amaçladığından, bu emre riayet, bizim için en mukaddes görevlerden biridir. Avrupalıların taklit edilecek bir şeyleri varsa o da ilim ve fendeki ilerlemelerinden ibaret olup, yoksa onlarda da çeşitli kötülüklere neden olabilen tesettüre karşı eğilim, bizde de pek büyük fenalıkları sonuçlandıracağından, bu türlü kadınların velilerinin dikkat etmesi gerekir. Biz şimdilik bu kadar yazıyoruz. Ancak, bu yazımız da semere vermezse, bu kadınların kimler olduğunu, alenen beyana mecbur kalacağız.."

   İzmir'de kadınların toplum yaşamında erkeklerden ayrı tutulması çabasının en çok zorlandığı yerler, toplu taşıma araçları olmaktadır. 7 Eylül 1902 tarihli "Ahenk" gazetesinde çıkan bir yazıda ; kent çevresinde yer alan Narlıdere, Balçova, Çiftlik ve Kilizman gibi yerlere işleyen yük arabalarına bazen çeşitli milletlere mensup kadın ve erkeklerin beraberce bindiklerinin görüldüğü, ancak Türk hanımları için böyle bir davranışın din açısından hatalı olacağı belirtilmekte ve bu nedenle ; hem arabacılara bu konuda tembihatta bulunulması, hem de Göztepe karakolunda görevli memurlara gereken talimatın verilmesi için konunun İzmir Polis Müdürlüğüne intikal ettirilmesi istenmektedir...



   15 Kasım 1890 tarihli "Hizmet" gazetesinin haberine göre ; 8 Kasım 1890 Cumartesi günü Bornova'da bir futbol maçı oynanmıştır. Osmanlı topraklarındaki bu "ilk maç" ile ilgili haber şöyledir :
"Geçen Cumartesi, Bornova'da kentimiz İngiliz gençleriyle İngiliz donanması mürettebat ve subaylarından oluşturulan iki takım arasında , İngilizlere mahsus futbol nam top oyunu icra olunmuş ve daha sonra bir müsamere düzenlenip dans edilmiştir.." 
  Futbol maçlarının o yıllarda, İzmir'deki İngilizler arasında her yıl tekrarlanan bir alışkanlık haline geldiği görülüyor. 1893 yılının son gününde böyle bir karşılaşmada, Bornova'da ve İzmir'de oturan İngilizlerin kurduğu takımlar arasında yapılan maçı Bornovalıların kazandığını 2 Ocak 1894 tarihli "Hizmet" gazetesinden öğreniyoruz..
   1897 yılı Ocak ayında düzenlenen bir turnuvada, "Smyrna Club" futbol takımının birinci olduğu da, aynı gazetenin 23 Ocak 1894 tarihli nüshasından okunabilir..
   27 Mart 1902 tarihli "Ahenk" gazetesinde ; limanda bulunan İngiliz donanması subaylarından oluşan bir takımla, Bornova'daki İngiliz Kulübü arasında, 1902 yılının Mart ayı ortalarında, gazetede 'top oyunu' diye tanımlanan bir karşılaşma daha yapıldığı yazıyor. Donanma takımının 20, Bornova Kulübünün 10 sayı yaptıkları belirtilen bu karşılaşmanın ne olduğu, doğrusu pek de anlaşılamamaktadır...


  


   RAUF BEYRU'nun "19. Yüzyılda İzmir'de Yaşam" adlı kitabından derlenmiştir..

15 Nisan 2013 Pazartesi

ESKİ İZMİR'DE TOPLUMLAR ARASI SOSYAL İLİŞKİLER...

  

    C. Wilkinson, 1806 basımı "A Tour Through Asia Minor and the Greek Islands" adlı kitabında, İzmirlileri ve kentin Levanten sosyetesini şöyle anlatıyor :
"İzmir, ister öğrenmek, ister eğlenmek amacıyla olsun, seyahat eden bir yabancı için kalınabilecek en iyi yerdir. Burada, gerek kentin içinde ve gerekse sayfiye alanlarında her türlü eğlenceyi bulabilirsiniz, hoş bir toplulukla karşılaşırsınız. Tacirler ve konsoloslar, her gece, sosyal ilişki ve temasların zevklerine şarkı ve dansın da katıldığı partiler verirler. Konukseverlik, İzmir tüccarlarının çok hoş bir özelliğidir. Burada bulunduğumuz sırada, verdikleri yemek, resepsiyon ve balolara sık sık katılma olanağı bulduk. Kanımca buradaki vatandaşlarımızın yaşam düzeyi, İngiltere'de bize öğretilenlerin çok çok üstündedir..
Çok avantajlı ticaret olanaklarının yarattığı çekicilik, Avrupa'nın her yerinden gelen çeşitli ulusları İzmir'de bir araya getirmiştir.. Özetle, bu kişilerin kendi aralarında, dış görünümüyle son derece dostane ilişkiler içinde yaşadıkları görülür. İzmirlilerin, yabancıları karşılama ve eğlendirme konusunda da samimi bir konukseverlik sergilediklerini söyleyebiliriz..."



   N. Parker Willis adlı Amerikalı bir gezgin de, 1832 yılında geldiği İzmir izlenimlerini, 1856 yılında yayımlanan "Summer Cruise in the Mediterranean" adlı kitabında şöyle aktarır :
"İzmir sosyetesinin, gördüğüm bütün diğer kentlerde rastladıklarımdan çok daha üstün yönleri vardır. Varlıklı tacir ailelerinden oluşan ve Türk toplumundan tamamen ayrılmış olarak kentin belirli bir kesiminde yaşayan bu grup, yalnızca kendi konsoloslarına karşı birtakım sorumluluklar taşır. Bu konumlarıyla, kentte kendilerinden üst düzeyde herhangi bir asaletin yer almadığı, aksine, yalnız alt düzeyde bağımlı kişilerin bulunduğu bu topluluk, Amerika'da bile rastlanmayan içten bir eşitlik ilkesi içinde yaşamını sürdürmektedir. Bu grupta çeşitli Batı ülkelerinden buraya gelmiş olanlar yer alır ve Avrupa'nın belli başlı dilleri, bunların hepsince konuşulur. Konukseverlik, günün güç koşullarını değil, geçmişin altın dönemini anımsatan düzeydedir. Çeşitli dillerin ve duyguların serbestçe karışımının sonucu, aralarında belirli bir duygu ve davranış özgürlüğü ve karşılıklı bilinçlenme nedeniyle, ticaret mesleğini uygulayan insanlarda pek rastlanmayan özgür ve neşeli bir yaşam biçimi bu insanların ortak özelliğidir..."



   Aşırı konukseverliklerine ve kendi aralarındaki, dıştan da olsa, uyumlu görünen dostluklarına karşın, Levantenlerin, yerli halkla olan ilişkileri hayli sınırlı kalmaktaydı. Türklerle, daha çok resmi temaslar düzeyinde bir araya gelmekte ; Rum, Ermeni ve Musevilere ise tepeden, küçümseyerek bakmaktaydılar..
   Ama, İzmir'de yerleşik yabancıların, çoğu zaman kökenlerini unutacak derecede karışıp adeta tek bir ırk haline geldikleri ve kelimenin tek anlamıyla Levantenleştikleri görülmüştür..
   İzmir'de yabancı kökenlilerin birbirine ne derece karıştıklarını ve bu nedenle gerçek milliyetlerinin saptanmasının güçlüğünü anlayabilmek için Van Lennep ailesinin durumunu dikkate almak yeterlidir. 19. yüzyıl ortalarında bu ailenin bireylerinden biri, Richard J. Van Lennep, İzmir'de Hollanda Konsolosu iken, bir diğeri,Charles David Van Lennep, aynı kentte İsveç ve Norveç Konsolosudur. Aynı aileden Henry John Van Lennep ise, Amerika'da din eğitimi görmüş ve Amerikalı olmuştur...




   İzmir'de yaşayan çeşitli toplumların, bazı yönlerden birbirlerinden ayrılmalarına karşın, uzun süre bir arada yaşama ve biraz da karma evlilikleri sonucu, birçok yönden de ortak birtakım alışkanlık ve adetler elde ettikleri anlatılmaktadır.
   19.yüzyıl ortalarında kente gelmiş olan gezgin Fisher Howe'un ABD Konsolosuna yaptığı ziyaret sırasında gördüğü ikram biçimi buna bir örnektir :
"Konsolos Mr. Offley, bizi kabul etti ve evine götürdü. İçeri girdikten az sonra, yerel adetlere uygun olarak, Türk kahvesiyle şekerleme getirildi. Daha sonra da hizmetçi kız, küçük gümüş kaseler içinde iki çeşit reçelle, kaşıkları ve içi su dolu bardakları bir tepsi içinde getirdi. Adet, bir kaşık dolusu reçelin kaselerin birinden alınması ve arkasından bir yudum su içilmesi biçimindeydi. Daha sonra yine kahveler ikram edildi.."

  

   Paul Eudel adlı bir Fransız gezgin, 19. yüzyılın ikinci yarısının ortalarında, Kramer ailesine yaptığı bir ziyarette, yemeklerin, normal ordövr tabaklarının ardından mayonezli bir balık fileto, zeytinyağlı enginar, kremalı bir pasta ve çekirdeksiz üzüm ile fırınlanmış incir tatlısından ve bunlarla birlikte ikram edilen Kıbrıs şarabından oluştuğunu belirtir..

   Moltke'nin, "Ermeni, vaftiz edilmiş bir Türktür !.." tanımlamasını doğrularcasına ; Ermeni ailelerin bir kısmında yemek biçimi Türklerinkiyle tıpatıp aynıdır. Aslında pek çok adet ve davranışları Türklerinkinden farklı değildir..

   İzmir'de, yemek davetlerinde görülen bolluğun ve çeşitliliğin kentte yaşayan Levanten toplumu için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, Türk evlerine yapılan yemek ziyaretlerinde yabancı gezginlerin şaşkınlıkla tanık oldukları bir geleneğe, yani bir grup yemeğin tatlısına kadar bitirildikten sonra ikinci bir yemek faslına başlanmasına benzer bir adetin Levantenler tarafından da uygulandığını görüyoruz. Bir gezi notunda, kentte İngiltere Konsolosunun verdiği bir yemek davetinden söz edilirken, ilk yemeğin tamamlanmasından sonra, konukların topluca başka bir odaya geçtikleri ve burada birincisine benzer başka bir sofrayla karşılaştıkları anlatılmıştır..




RAUF BEYRU'nun , "19.Yüzyılda İzmir'de Yaşam" adlı kitabından derlenmiştir..
      

     

3 Nisan 2013 Çarşamba

YABANCILARIN GÖZÜYLE İZMİRLİLER ( 1 ) ...

    

   19.yüzyılda İzmir'de Levanten ailelerin büyük bir kısmının son derece rahat ve zengin bir yaşam sürdürdüklerinden kimsenin kuşkusu yoktur ve bu gerçek, bütün yazarlar ve gezginler tarafından adeta ağız birliğiyle doğrulanmaktadır. Buna rağmen bu yaşamın da kendine özgü bazı ufak tefek dertlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Yabancı aileleri İzmir'e bağlayan ve İzmir'de yerleşmelerini teşvik eden belli başlı nedenin, burada kolay para kazanma ve kolay bir yaşam sürdürme olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu şekilde, İzmir'de yüzyıllar boyunca ticari birtakım yazıhaneler kurulmuş ve bunlar çoğu kez babadan oğula geçerek ailenin İzmir'e yerleşmesi ve kökleşmesiyle sonuçlanmıştır..
Ancak kuşkusuz bu arada anavatanla bağların tamamen koparılmış olduğunu söylemek de mümkün değildir. Böylece özellikle varlıklı aileler bu bağı koparmamak için erkek çocuklarını daima, öğrenim için kendi ülkelerindeki akrabalarının yanlarına göndermeye çalışmışlardır. Bunların bir kısmının ailelerinden uzaklaşarak kendi ülkelerinde yerleşme eğilimi gösterdikleri de görülmektedir ve anlaşıldığına göre, bunların sayısı da pek az değildir. Öyle ki, bu eğilimin sonucu, İzmir'deki Levanten aileler arasında genç yaştaki erkeklerin sayılarında önemli bir azalma şeklinde kendini göstermiştir. Konu, 19. yüzyılın ilk yarısında İzmir'de bulunan bir gezginin, Francis Hervé'nin, "A Residence in Greece and Turkey" adlı kitabındaki gezi notlarında ilginç bir şekilde anlatılmaktadır :
"Öyle sanıyorum ki, ailelerin büyüklüğü yönünden, İzmir'e rakip olabilecek çok az yer vardır. Öyle ki, Frenk sosyetesi içinde, evlenecek çağda genç kızların sayısı neredeyse bir ordu oluşturabilecek çokluktadır. Bunları birinci ve ikinci sınıf diye ayırırsak, toplam sayıları 400 civarında olup bunlardan 84'ü birinci sınıfa mensuptur.. Gerçekten de ziyaret ettiğim evlerin hemen hepsinde evlenmemiş yaşlı hanımlarla karşılaştım.. Sınıfların ayrımındaki değer yargıları ise benim hiçbir zaman anlayamayacağım cinsten.. Öyle ki, iyi tahsil görmüş, kibar davranışlı, güzel bir evi ve ticarethanesi, büyük bir serveti olan cömertçe ve rahatlık içinde yaşayan biriyle tanışırsınız ; ve bu kişinin neden birinci sınıf içinde yer almadığını öğrenmek istediğinizde size verilecek yanıt ; bu nedenin, gencin Ermeni ya da Rum olmasına bağlar..
   Öte yandan, İzmir'de birinci sınıfa mensup genç kızlardan bazılarının şaşılacak derecede bilgisiz olduklarını işittim. Genç erkekler, genellikle, en azından okuyup yazabilecek derecede eğitim görmüşlerdir ve hepsinin dil öğrenmeye karşı belirli yetenek ve merakları vardır. Öğrendikleri ilk dil ise Rumca olmaktadır. Çünkü bütün hizmetçiler Rum'dur. Rumca'nın ardından İzmir'de sosyetenin dili kabul edilen Fransızca gelir. Daha sonra İtalyanca sırayı alır. Bu arada kimi de Türkçe öğrenir. Ancak çok ilginç nokta, İzmir'de yerleşmiş ve yerli hanımlarla evlenmiş olan İngiliz, bazen Fransız, Alman ve diğerlerinin, belirli bir yaşa gelinceye kadar çocuklarıyla kendi öz dillerinde konuşamamaları ve onlarla Rumca anlaşmak zorunda kalmalarıdır !.."

  

   İzmir'de yabancı genç kızlar, flörte büyük bir rahatlıkla ve memnuniyetle olanak verirler ve çok da cömert davranırlardı. Ancak bu ödün, hiçbir zaman kendilerinden istenilen noktaya kadar götürülmezdi. Evlilik, genç kızların ana amacıdır. Bir kere evlendiler mi artık roller değişmiştir. Bu kez, uyanık davranma ve aşırıya götürmeme görevi onlardan çıkmış, kocalarının işi olmuştur..
   Bu bakımdan, Levantenlerle ilgili olarak çevrede yaygın, "Chi vuol far la sua rovina prende la moglie Levantina" ( mahvolmak istiyorsan bir Levanten hanım alacaksın ) atasözünün pek de boşa çıkarılmadığı tahmin edilebilir !..

   Francis Hervé, Levantenlerle ilgili gözlemlerini aktarmaya devam ediyor :
"Kentte Frenk halkı için, kişinin hangi ulustan geldiği pek önem taşımaz. Zaten hangi kökenden gelmiş olurlarsa olsunlar, İzmir'de birkaç yıllık bir yaşam bunların hepsini tipik bir Levanten haline sokacaktır..
  Tipik Levanten, hiçbirini iyi bilmeden, pek çok yabancı dili kötü ve yanlış konuşabilen kişidir. İzmir'de kullanılan Rumca zaten Yunanca'nın kötü bir kopyasıyken, bir Levanten'in öğrenip konuştuğu, onun da bir derece daha kötüsüdür. Levanten aynı zamanda, çıkarını son derece iyi bilen bir kişidir ve herhangi bir olanak bulduğunda ya sizinle bir pazarlığa girişmek ya da tek bir gün içinde bile çok değer değiştirebilen paranız üzerinden bir kazanç elde etmek fırsatını kaçırmayacaktır. Herhangi bir nedenle yararlarıyla bağdaştıramadığı durumlarda, sorularınızı karşılamaktan kaçınır. Yanıtları genellikle kaçamaklıdır. Buralarda, benimsedikleri Doğu adetleri sonucu, Avrupalı tacirler ile kıyaslandıklarında, Levantenlerin tembel oldukları, buna karşılık gösterişe son derece merak sardıkları görülür. Bu nedenle çok sarf eder ve az biriktirirler..
  İzmir'in Frenk halkı arasında yaşam biçimi de hayli standartlaşmıştır. Genellikle, sabah saat  8 ile 9 arası kahvaltı yapılır. Öğle yemeği saat  1'dedir. Yemekten sonra, kış ayları dışında, herkes birkaç saatlik bir uykuya dalar. Bu genellikle öğleden sonra 2 ile 5 arasını doldurur. Bu süre içinde tüm ticarethane ve yazıhaneler kapalıdır ve Akdeniz'de yaygın bir deyişe göre sokaklarda, 'Köpekler ve İngilizler dışında' canlı hiçbir varlığa rastlanmaz !. Akşamın 8'i, yemek ya da çay, ya da her ikisinin birden alındığı zamandır. Bundan sonra, hanımlar birbirlerinin evlerinde toplanırlar ; erkeklerse çoğunlukla gece yarısına kadar vakit geçirdikleri gazinolarına giderler.."