11 Kasım 2014 Salı

ATATÜRK'ÜN İZMİR CASUSU : GAVUR MÜMİN !...



25 Ocak 1948 tarihli "Demokrat İzmir" gazetesinin üçüncü sayfasında çerçeve içine alınmış bir yazı, eski bir askerin ölümünü duyuruyordu..
Kafkas Savaşı'na teğmen, Çanakkale'ye üsteğmen, Kurtuluş Savaşı'na ise yüzbaşı olarak katılmış ve vücudunda her cepheden kurşun yarası taşımış, o emsali kalmamış eski askerlerden biri işte...
Hep önlerde koşan, hem emre "esas duruş" çakan bir yaradılışı vardır.. Yunan'ın İzmir'i çiğnediği günlerde, Ankara'ya katılamayışının acısı ile yaşamış ama bunu kimseye anlatamamıştır. Süleyman Fethi'lerin, Hasan Tahsin'lerin ve Kaymakam Şükrü'lerin toprağa serildiklerinde, o ayakta durabiliyordu. Kuşadası'nı düşmana karşı savunan Giritli Cafer takımının elemanları bir bir toprağa serilip, ölüm yeşerttiklerinde, onun silahı hala kılıfından çıkmamıştı..
Başında yabancıların giydiği türden bir şapka, olanı biteni umursamaz bir yüzle dolaşan tam bir "yüzsüz"dür... Osmanlı'nın o baş eğmez müthiş Mümin'i gitmiş, yerine baş eğen, yardakçı ve işbirlikçi "Gavur" Mümin gelmiştir... Ankara'ya Mustafa Kemal'e katılmadığı gibi, işgal kuvvetleri subayları ile dostluk kurmuş ve bu yüzden, nefretin tohumlarını taşır olmuştur.
Mümin yüzbaşıyı İstiklal Harbi'nin bir numaralı casusu olarak takdim eden Naci Sadullah Danış, onun küçük bir deftere sığan anılarında asla abartı olmadığını, tam tersine her satırında mütevazılığın yer aldığını belirtir :
"İşgal Kuvvetleri subayları ile sıkı temaslarım göze batınca bana 'Gavur Mümin' dediler.. Gavur, yani kafir, yani hain Mümin.. O zamanlar hakkımda böyle bir hüküm vermiş olanlara kin ve öfke duymuş değilim. Onları haklı buluyordum. Herkesin ölüm kalım savaşı yaptığı bir sırada ordu saflarında çarpışacağıma başımdaki gavur şapkası ile dolaşıyordum. Düşmanla sarmaş dolaş yaşayan bir haine, namussuz bir kavga kaçağına ben de olsam kin dolu gözlerle bakardım. Kurtuluşu için ölesiye, öldüresiye dövüştüğüm İzmir'de yüzüme bile tükürenler oldu. İtiraf edeyim ki, o tükürükler cephelerde yediğim kurşunlardan daha çok acı ve ızdırap verdi bana..Ama be yapayım ki, o sıralarda içinde bulunduğum şartlar gerçek durumu açıklamama engel oluyordu. Bir tek şeyden korkuyordum. Gerçeği anlatamadan ölmek ve tarihe vatan haini olarak geçmek.."

Niçin düşmanla sarmaş dolaş olmuş ve diğerleri gibi Ankara'ya katılmamıştı ?..
İşte, onu yakından tanıyanların akıl erdiremediği bu sorular, savaşın o gürültüsü içinde bir kenara konulacaktı.. Ta ki General Trikupis esir düşene kadar...

Mümin Bey Anadolu'ya geçeceği sırada bizzat Mustafa Kemal tarafından silahsız bir mücadeleye davet edilmişti. İzmir'deki İşgal Kuvvetleri'nin faaliyetlerini yakından izleyecek, gerekirse "gavur" bile olacaktı.. Yunanlıların Ege ve İç Anadolu'daki askeri harekatının bilinmesi halinde, "milli"ciler başarı şanslarını büyük ölçüde artırabilecekti..
Yüzbaşı Mümin teklifi her zamanki gibi bir "emir" olarak telakki edecek ve aldığı bilgileri Mustafa Kemal taraftarlarına iletecekti. Görevini Büyük Taarruz öncesine kadar yerine getiren Yüzbaşı, daha sonra birdenbire ortadan kaybolacaktı. Yunanlılar tarafından tevkif edilmişti. Katlanması zor, baskı ve işkence dolu günler yaşıyordu. Onun Atina'da hapishanelerde çile çektiği sıralarda, Trikupis diğer generaller Digennis, Dimaras, Kladas  ve diğer yüksek rütbeli subaylarla Kırşehir'de idi.
Mübadele görüşmeleri sürüyordu. Trikupis'in deyimiyle, Yunanlıların General Cafer Tayyar'a (Sadıklar) karşılık ordu kumandanı istemesi Mustafa Kemal tarafından reddedilmişti. Uzun görüşmelerden sonra General Kladas'ın verilmesi kabul edilmişti. Görüşmeler bir yıl daha sürdü..

Mustafa Kemal Paşa, Trikupis ve diğer generaller karşılığında Yüzbaşı Mümin'i istiyordu..

Trikupis, Yüzbaşı Mümin'in aksine, yurduna büyük gürültülerle dönmüştü.

Savaş sonrasında albaylığa kadar yükselecek olan Yüzbaşı Mümin, Van Mıntıka Kumandanlığı dahil görev ayırt etmeden askerce yaşayacaktı.. Yeğeni Galatasaraylı futbolcu Lütfü Aksoy'un milli formayı giydiği gün ağlamıştı galiba..
Bir de Munise'sini son kez Kordon boyunda gördüğünde.. Onunla ne zaman evlenmeye kalksa, mutlaka aralarına "kaynana" girmişti.. Yani savaş.. Bu yüzden düğün yeri sürekli savaş alanları olmuştu. Hep nişanlı kalacak ve hiç evlenemeyeceklerdi...  


  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder