31 Ekim 2014 Cuma

İZMİR'İN "GAVURLAŞMASI" !..



Bizans İmparatorluğu'nun zayıflama devresindeki taviz politikası, İzmir'de de kendini göstermişti. Doğan Kuban, "İzmir'in Tarihi Yapısı" adlı araştırmasında, 1261 yılında Bizanslılarla yaptıkları bir anlaşma gereğince, Cenevizlilere, İzmir'de yerleşme ve ticaret yapma olanağı sağlandığını, Cenevizlilerin liman civarında, sonradan "Frenk Mahallesi" olacak yere yerleştiklerini, kendilerine ayrı kilise, fırın, hamam ve mahalle kurma ayrıcalıkları tanındığını ve bir süre sonra da, Venediklilerin aynı yoldan giderek, kendi mahallelerine yerleştiklerini belirtmektedir.
Bu ayrıcalıkların İzmir'de de, miras olarak Osmanlı yönetimine iletildiğinden kuşku yoktur..
Dinsel misyonların İzmir'e gelişi, Bizans'ın mirası olarak, 1535 kapitülasyonlarından önceye dayanmakta ve örneğin, Cenevizlilerin Akdeniz yöresinde egemenlik kurdukları 1400 yılları civarında, İzmir'de Fransisken misyonlarının bulunduğu anlaşılmaktadır.. Cizvitlerin kente gelişi ise 16. yüzyıl sonlarındadır..
F. Slaars, "23 Aralık 1630 günlü Papalık kararnamesinde, Cizvitlerin, İzmir'de bulunduğuna işaret edildiğini" açıklamaktadır. Kapüsinlerin 1628 yılında İstanbul'dan buraya geldikleri anlatılırken Hollanda Kilisesinin de 1612 yılında kente yerleştiği anlaşılmaktadır..
Dinsel misyonların gelmesiyle kök salmaya başlayan gizli istila eylemi, daha sonra ticari faaliyetin artmasıyla İzmir'de çeşitli milletlerin sürekli koloniler kurmalarını sağlayacaktır. Bu arada kendi içlerinde ve özellikle yerli Rumlarla olan evlenmeler sonucunda bölgeye özgü ve Levanten ya da Frenk deyişiyle genelleştirilen bir toplumun biçimlenmesini oluşturmaya devam edeceklerdir..
İzmir ve civarında yabancı nüfusun oransal olarak zaman içinde artması, bu gizli istilanın kentte "Gavur İzmir" deyimini yerleştirecek boyutlara ulaşılmasına yol açacak ve azınlıklar lehine birtakım hak iddialarının savunulmasını ve belli belirsiz ancak sürekli bir politika sonucu kazanılmasını getirecektir. Rum nüfusunun çoğalmasını ve özellikle 19. yüzyıl içinde İzmir'den de içerilere sızma eğilimleri göstermesini, belirli, ileriye dönük bir politikanın sabırlı ve üstü kapalı aşamaları olarak görmemek olanaksızdır..
Bu arada, çeşitli misyonların faaliyetlerini özellikle bölgede önceden var olan Hristiyan azınlık grupları üzerinde yoğunlaştırmaları ve bu azınlıkları kendi saflarına çekme çabası içinde olmaları, İzmir'in etnik bileşiminin daha da karmaşık bir yapıya dönüşmesi sonucunu doğurmuştur..



İzmir'e Ermenilerin gelişiyle ilgili olarak F. Slaars'ın savunduğu tez, diğerlerine göre daha ağır basmaktadır..  Slaars'a göre ; Ruben Krallığının dağıldığı 1375 yılında, 30 bin kadar Ermeni aile Kıbrıs, Rodos ve Girit adalarına, oradan da İtalya'ya geçmiştir.. Adalardan bir grup Ermeni de, bu tarihlerde, Lebon Yekiptos adlı bir kişinin önderliğinde İzmir'e yerleşmişlerdir..
Slaars, İzmir'e yerleşen Ermenilerin, yanında mezarlığı olan küçük bir kilise inşa ettiklerini ve 19. yüzyıl ortalarında, bunların artıkları ve izlerinin Türk mahallelerinin yakınında hala göründüğünü söylemektedir. Yine Slaars'a göre ; büyük bir Ermeni mezarlığında, 215 yıl öncesine giden (1600'lü yılların başları) bir mezar taşı vardır ve yaşlılar, bu mezarlık yıkılmadan önce çok daha eski taşların varlığını hatırladıklarını söylemektedirler..
Ermenilerin 14. yüzyılda yerleştikleri olasılığını güçlendiren diğer iki husustan biri, Tavernier'in 1631 yılında kentte 8 bin Ermeni'nin olduğunu yazmasıdır.. Diğeri ise, Chardin'in 1672'de İzmir'de Hollandalıların yaptıkları ticarette elde ettikleri en önemli kazanç konusunun, kentteki Ermenileri ve ürettikleri mallarını Avrupa'ya götürmek getirmek olduğunu yazmasıdır.. Bu da, Ermenilerin bu tarihte çoktan İzmir'e yerleşmiş ve sağlam bir ticaret kurmuş oldukları kanısını güçlendirmektedir..

    

Başlangıçta bağımsız bir devleti ve bu yönden kuvvetli bir dayanağı bulunmayan Ermenilerin, daha sonraları çeşitli ülkelerin politik yatırımlarına hedef olduğu görülmüştür. Nitekim, Büyük Petro'nun, 1717 yılında, İzmirli zengin Ermeni tüccar olan Piyer Abro adına çıkardığı bir kararnameyle, ülkesinin kapılarını Türkiye'deki Ermenilere açmış olduğu da yine Slaars tarafından kaydedilmektedir..
Gerçekten de bazı belgeler, bundan bir yıl sonra, 1718'de, Ermenilerin, Rusya'da ilk ipekli fabrikalarını kurduklarını ve Ruslara ipekli kumaş dokumasını öğrettiklerini doğruluyor..

RAUF BEYRU'NUN  "19. YÜZYILDA İZMİR'DE YAŞAM" ADLI KİTABINDAN DERLENMİŞTİR..











3 Ekim 2014 Cuma

ESKİ İZMİR VALİLERİ SERİSİ : KAMİL PAŞA...



İzmir'in eski ailelerinden Postacıoğulları'na mensup olan Mustafa Kamil Dursun (1878-1951), İzmir Posta Müdürü olan dedesi Mehmet Şükrü Efendi, İzmir Posta Telgraf Başkatibi olan babası Hafız Bekir Sıtkı Efendi'den sonra, 20 Eylül 1900 tarihinde Vilayet Mektubi Kalemi'nde çalışmaya başlamıştır. Bu görevinin yanı sıra Mekteb-i Sanayi'de Kitabet ve Tarih öğretmenliği ile vilayetin resmi yayın organı olan Aydın gazetesinde de yazarlık yapmıştır.. Onun "İzmir Hatıraları" adlı kitabından, Kamil Paşa'nın (üstteki foto) İzmir valiliği dönemine ait bazı ilginç bölümlerini paylaşmak istedim..
Bazı kısımlarını günümüz Türkçesine çevirdim..

Bir gün bir iki okul arkadaşımla Rıhtım'dan (I. Kordon) Dolma mevkiine (Konak) gelmiştim. Bir kısım halkın denizden gelmekte olan bir beylik vapura bakmakta olduğunu gördüm. Biz de bunlara katıldık ve seyirci olduk. Vapur, kışla rıhtımına yanaşır bir durum almıştı ki, hükumet konağından Vali Hasan Fehmi Paşa ile bir takım zatların bu rıhtıma doğru gelmekte olduklarını gördük.
Meğer İzmir valiliğine tayin olunan eski sadrazamlardan Kamil Paşa bu vapurda imiş.
Vapur sahile yanaştı ve Kamil Paşa maiyetiyle sahile çıktı. Karşılamaya gelen eski vali ve erkan kendisini selamladılar, sonra da hep beraber hükumet konağına gittiler..
Bu, Paşa'nın İzmir'e ikinci gelişiydi. Daha önce, ilk kez 1883 yılında, "efeler sorunu"nu çözmek için geçici görevle Aydın valiliği yapmıştı. Şimdi ise, 1895 yılı Kasım ayında, 1906'ya kadar kalmak üzere, yeniden atanmıştı ama şu anda küskün bir halde olduğu, yüzünden ve tavrından anlaşılıyordu..
Birkaç gün sonra hükumet konağı avlusunda yeni valinin fermanı okunacaktı. Vali, iç avluya bakan mermer salonun kapısında ; kumandanlar, vilayet erkanı, memurlar ve bir kısım halk da orada bulunuyorlardı. Ferman okundu ve bando selamlık havasını çalmaya başlayınca Kamil Paşa bunun tamamlanmasını beklemeden tören yerini terk etti ve makamına giderek oturdu. Herkes de valinin bu hareketinin hürriyetperver oluşundan kaynaklandığını sandı. Gerçekten de Kamil Paşa, İzmir'de bulunduğu süre içinde, işlerini özgürce yönetmiştir..
Kamil Paşa'nın gazetelerin yayın ve hareketlerine karşı hoşgörülü olması, çevrede fikri gelişmelere yol açmıştı. Bundan dolayı ara sıra İstanbul'dan verilen emirlerle geçici olarak yayınlara ara veriliyordu. Fakat bu ara vermelerden sonra, her defasında, gazete daha ileri hamlelerde bulunuyordu. İşte bu cüretkar yayınların sonucunda gazetenin yazarlarından, açık fikirli, güçlü bir kalem olan, hürriyetperver Tevfik Nevzat Bey, Sultan Abdülhamid'in emriyle Adana'ya sürgün edilmiş ve bir süre hapishanede kaldıktan sonra orada bir kuyuya atılarak boğdurulmak suretiyle feci bir şekilde hayatına son verilmiştir. Ve İzmir'de "Nevzat Bey Adana'da intihar etti" dedikodusu yaydırılmıştır. Fakat yine de bu savaşçı ruhlu kalemin İzmir ve çevresinde aşıladığı hürriyet fikri ve kıvılcımları söndürülememiştir..
Yine Kamil Paşa'nın zamanında şehrin büyük caddelerinin kesme taşlarla döşenmesi, Sanatlar Okulu'nun genişletilmesi, Karşıyaka tramvaylarının kurulması gibi uygar eserler meydana getirilmiş ve bunların yapılmasında o zamanlar belediye başkanı olan Eşref Paşa'nın yararları da olmuştur..
Eşref Paşa (aşağıdaki foto) sorumluluğu altına aldığı İzmir belediye başkanlığını, ondan önceki başkanların gıpta edeceği şekilde, iyi yapmış ve zamanın belediye gelirlerinin izin verdiği ölçüde şehrin temizliğine, suların kesintisiz akmasına ve halk ihtiyaçlarının sağlanmasına çalışmıştır..
Onun zamanında, bir defasında, kasaplar et narhının İzmir para piyasası itibarıyla 7 kuruştan bir çeyrek mecidiyeye çıkarılması konusunda ısrar etmişler ; Eşref Paşa etin okkasını her durumda 7 kuruştan satacaklarını ihtar etmiş. Bunlar kabul etmeyince derhal vilayetten civara telgraflar yazdırarak, şehre yakın kazalara adamlar göndererek, bu şekilde gelen koyunları kestirip çeşitli semtlerde açtırdığı kasap dükkanlarında halka 7 kuruştan sattırarak kasapları yola getirmiştir..