20 Mayıs 2014 Salı
ESKİ İZMİR VALİLERİ SERİSİ : HASAN FEHMİ PAŞA...
Gürcistan kökenli Hasan Fehmi Paşa, 1892-1895 yılları arasında Aydın Vilayeti valiliği görevinde bulunmuştu. Hukuk ulemasından bir zat olduğu için, vilayet kendisinin olgunluk ve kültüründen bir hayli yararlanmıştı..
Toplum bilimi, eğitim-öğretim sistemi ve bayındırlık alanlarında çok çalışmış bir vali idi. Halkın okullara rağbet etmesi konusunda çok teşvik ve telkinlerde bulunmuştu..
Onun valiliği zamanında kısa dizlik ve donlu, şalvarlı köylülerin İzmir'e gelmesi bir emirle yasaklanmıştı. Vali Paşa bu emriyle köylüleri pantolon veya hiç olmazsa o zamanlar "elifi" denilen ve pantolona benzeyen bir elbise giymeye mecbur etmek istiyordu..
Aydın ve Manisa yönlerinden trenle yahut kara yoluyla gelen ve İzmir'deki işlerini görmek isteyen köylüler ; şehirde kısa donla dolaşınca zabıtanın takibine uğradıklarından, kendilerini bundan korumak ve takipten kurtulmak için Kemer ve Basmahane istasyonları civarındaki dükkanlarda köyden giyip geldikleri şalvarları çıkarırlar ve orada kira ile kendilerine verilen pantolon veya elifileri giyerek şehre girerlerdi. İzmir'deki işlerini bu suretle görüp köylerine dönecek olan köylüler, adı geçen istasyonların civarındaki dükkanlarda bıraktıkları şalvarları ayaklarına geçirerek köylerine dönerlerdi !.. Ama bu şekilde hareket etmek çoğuna zor geldiğinden, köylüler yavaş yavaş şalvarı terk ederek pantolon veya elifi yaptırıp giymeye başladılar. Bu suretle vilayet halkında kıyafet değiştirmek mecburiyeti ve göreneği o zamanlar esaslı bir şekilde kendini göstermişti.
Zaten Avrupa çuhalarından bir takım şalvar, cepken ve dizlikler o zamanlar 15-20 altına mal olmakta olduğundan ; Hasan Fehmi Paşa sayesinde köylüler, bir hayli tasarruf ve fayda sağlamış oldular.
Şalvar yasağının uygulaması sırasında bir gün Hasan Fehmi Paşa, Basmahane'deki Kasaba demiryolu istasyonuna uğrar. Vagonlara girip çıkan yolcuları incelerken vagonların üzerinde "edna" (en aşağı), "evsat" (orta) ve "ala" (en iyi) kelimelerinin yazılmış olduğunu görür ve tren direktörünü çağırarak bunların doğru olmadığını, çünkü üzerinde "edna" yazılı vagonlarda yolculuk edenlerin edna insanlardan olmadıklarını, bu yüzden, yolcuların bilet paraları itibarıyla sınıflandırılması gerekiyorsa, bu vagonların üzerine "Üçüncü", "İkinci", "Birinci" kelimelerini yazdırmalarını söyler. O zamandan itibaren vagonların üzerinde bu kelimeler kullanılır, daha sonra da bunlar rakamlarla ifade edilir..
Hasan Fehmi Paşa'nın valiliği zamanında Türk okullarının düzen ve ilerlemesine çok çaba sarf edilmiştir. Kendisi bilhassa genel sınavlarda ve ödül dağıtım törenlerinde bulunur, uzun ama yararlı konuşmalar yapardı. Öğrencilerden sınıfta birinci gelenlere ödül olarak kitap, yazı takımı, saat gibi değerli şeyler verilirdi. İkinciden beşinciye kadar "Zikr-i Cemil" denilen takdirnameler verilirdi. Ders yılı içinde diğer başarılı öğrenciler sırasıyla "aferin", "tahsin" (takdir) ve "imtiyaz" (üstün) varakaları alırlardı. On aferin alanlar bir tahsin ; beş tahsin alanlar bir imtiyaz varakasına sahip olurlardı. İmtiyazları çoğalan öğrencilerin adları okul salonunda asılı "Levha-i İftihar" (gurur tablosu) denilen bir tabloya alınarak öğrenci çalışmaya özendirilirdi..
M. KAMİL DURSUN'un "İzmir Hatıraları" adlı kitabından derlenmiştir..
5 Mayıs 2014 Pazartesi
İZMİR'İN İLK TÜRK DOKTORU...
1888 yılında beş sınıf üzerinden yeni açılan ve sonra, 1890'da yedi sınıfa çıkan İzmir İdadi Mektebi'nin öğretim kadrosunda değerli kişiler bulunmaktaydı. Tabiiye (Biyoloji) ve Hikmet (Fizik) derslerini Türkiye'nin sayılı alimlerinden Mahmud Esad Efendi, Kavanin (kanunlar) dersini ünlü yazar ve avukat Tevfik Nevzat, Fransızca'yı yine ünlü yazar ve romancılarımızdan Uşşakizade Halid Ziya, Edebiyat'ı, edip ve şairlerimizden Bıçakçızade Hakkı, Hıfzısıhha yani Sağlık Bilgisi derslerini ise İzmir'in pek yakından tanıdığı ve sevdiği Doktor Mustafa Bey okutuyordu..
Bunların her biri mesleklerindeki değerlerini kanıtlamış kişiler olduğundan, İzmir İdadisi (Lisesi) tarafından yetiştirilen öğrenciler gerek yüksek okullarda, gerek yaptıkları işlerde daima başarılı olmuşlardır.. Mektebin müdürü olan Abdurrahman Efendi ise, disiplin konusunda İzmir'de sayılmış bir yönetici idi..
Dr. Mustafa Bey, hıfzısıhha derslerinden başka, okul doktorluğunu da yapıyordu..
Doktor Mustafa Bey aslen Ödemiş'in Birgi nahiyesi halkındandı. Askeri tıbbiyeden çıkıp, orduda görevini yaptıktan sonra İzmir'e gelmiş ve sivil doktorluğa başlamıştı. O İzmir'e geldiğinde, kentte hiç Türk hekimi bulunmuyordu. Bütün Türk ve gayrimüslim aileler kendilerini Rum, Ermeni ve Musevi doktorlardan en meşhurları olan Kostanoğlu, Kondolon, Celiyan, Büyük İsak gibi hekimlere tedavi ettiriyorlardı. Dr. Mustafa Bey kısa bir süre içinde, yeteneği ile, bunların arasında yerini alarak şehirde tanınmış ve Türklerden başka, gayrimüslim unsurların da devamlı doktorluğunu eline almıştı.. Diğer doktorlar arasında konsültasyonlar gerektikçe, o da bunların arasında yerini alır ve tıbbi görüşmelere başkanlık ederdi..
Hastalarını bir baba şefkatiyle tedavi eden ve İzmir Memleket Hastanesinde 50 yıla yakın görev yapan Mustafa Bey, İzmir Vilayetinde Türk doktorluğunun öncüsü olmuştur..
Kendisi her gün erkenden hastanesi başındaki görevine gelir, geç vakitlere kadar özenle çalışırdı. O zamanlar İzmir'de Yalılar'da Kordon'da atlı tramvaylar işlemekte idi. Mustafa Bey her sabah evinden çıktığında rastladığı dostlarıyla selamlaştıktan sonra, her gün ilk tramvay seferini yapan sürücü ve biletçilerle işe başladığını söyler, gençlere ve meslektaşlarına doktorluk görevinin önemini ve kutsallığını anlatırdı.. Bir hastayı muayeneye gittiğinde, derhal hastaya kendisinde hiçbir şey olmadığını, boş yere davet edildiğini söyleyerek hastanın ilk görüşte moralinin yükselmesini sağlar, ondan sonra muayene ve tedavisine başlardı..
İzmir Devlet Hastanesi onun zamanında Türkiye'nin en meşhur hastanesi haline gelmiş ve yine onun zamanında, onun gayretiyle ve ülke halkının da yardımlarıyla, eski ahşap hastane yıkılarak yeni hastane (yukarıda) inşa edilmişti..
İzmirliler de, eski belediye başkanlarından, Denizli Milletvekili, merhum Dr. Behçet Uz'un himmetiyle bu büyük doktorun değerini hakkıyla takdir ederek, kendisine bir caddenin adını tahsis etmişler, bir büstünü de o caddenin başına koyarak onu unutmayacaklarını göstermişlerdir..
M. KAMİL DURSUN'un, "İzmir Hatıraları" adlı kitabından derlenmiştir..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)