23 Şubat 2013 Cumartesi

KENTİN MUSEVİLER'İ ( 1. Bölüm ) ...



    

   İzmir'de yerleşmiş olan Museviler'in İzmir'e gelişlerinin çok eski tarihlere dayandığı ve Büyük İskender'in buraya gelirken Filistin'den bir grup Musevi'yi de beraberinde getirdiği rivayet edilmektedir. Daha sonraları, mezarlık kitabelerinden, M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda da, Museviler'in İzmir'deki varlığı anlaşılıyor. Ancak bu dönemden 17. yüzyıl başlarına, bir cemaat olarak örgütlendikleri 1605 yılına kadar geçen uzun süre içinde, İzmir Musevileri hakkındaki bilgiler çok dağınık ve yetersiz durumdadır. Onların varlıklarını belirten bir kanıt da, İzmir'deki Etz ha-Haim sinagogudur. Bu adı taşıyan sinagogların tümü Bizans çağına aittir. ( A.Galante)
   İzmir'de, herhangi bir İspanyol kentinin adını taşıyan eski bir sinagog bulunmasa da ; İzmir Musevilerinin büyük çoğunluğunun 1492'de İspanya'dan çıkarılan Musevilerden oluştuğu bir gerçektir..
   Büyük grubun, genellikle, İzmir'in büyük ticaret kenti olarak geliştiği 16. yüzyıl sonları ve 17.yüzyılda buraya geldiği anlaşılmaktadır.
   Musevi cemaatinin, İzmir'de örgütlenmesinden önceki yıllarda sayıca çok sınırlı olduğunu, hatta dini bayramlarda yapılması gerekli törenlere Tire ve Manisa Musevilerinin de davet edildiklerini, bu yardım ve zahmetlerine karşılık bunların, İzmir'e yerleştikten sonra, cemaat adına toplanan vergilerin bazılarından muaf tutulduklarını da yine Galante'den öğreniyoruz.
   

   Önceden Musevi mezarlığı olan, Bahribaba Parkı alanında rastlanan en eski mezar kitabesinin 1565 tarihini taşıdığını da açıklamaktadır A.Galante.. ( "Histoire de Juifs d'Anatolie, des Juifs d'İzmir" )
   M.Franco'ya göre, 15. yüzyıl sonlarında İzmir'de Musevi nüfus önemli bir sayıya henüz ulaşmamıştır. Bu dönemde İstanbul, Selanik, Kudüs ve Safed gibi kentlerdeki Musevi topluluklarının yanı sıra ; Tokat, Bursa, Edirne, Amasya ve Şam'da da ikinci derecede Musevi kolonileri meydana gelmiştir. İzmir'de ise henüz böyle bir koloniden bahis yoktur. Buna karşılık 1620 yıllarında İzmir'e gelmiş bulunan Musevi cemaati hahamı Escapa'nın, o sırada kentte altı sinagog bulunduğunu kaydetmesi ; Museviler'in 17.yüzyıl başlarında artık hayli kalabalık bir grup olduğunu göstermektedir.
   Museviler'in 18. ve 19. yüzyıllarda kentin büyümesine paralel olarak İzmir'de kalabalıklaştıkları ve Rumlar' dan sonra ikinci büyük azınlık grubu haline geldikleri anlaşılmaktadır. Türk toplumuyla en iyi uyum içinde yaşayan azınlık grubu olan Museviler'i önce Fransızlar himayelerine almış fakat sonradan bu himayelerini çekmişlerdi. Daha sonra, İzmirli Museviler Hollanda Konsolosu tarafından yapılan himaye önerisini kabul ederler ; ancak bu konsolosluğun da kendilerine karşı haksız, keyfi ve sert davranışları üzerine Hollanda ve Fransa konsolosları ile İzmir Kadısı arasında sürdürülen uzun tartışmalardan sonra Museviler doğrudan Osmanlı himayesine girmişlerdir. İzmir'de yaşayan Museviler 19. yüzyıl ortalarına kadar, hayli fakir bir yaşam sürdürmüşlerdir. Buna karşın, ticarete yatkınlıkları nedeniyle, kısa süre içinde çevreye uyum sağlayarak durumlarını düzeltmişlerdir.  



  1682'de, Kapüsin misyonerlerinden Michel Febré'nin gözlemlerine göre ; Museviler, Osmanlı İmparatorluğu'nun hemen hemen bütün kentlerinde, özellikle İzmir, Halep, Kahire, Selanik gibi büyük ticaret merkezlerinde ; bankacılık, sarraflık, tefecilik, gümrük komisyonculuğu, simsarlık ve pazarlarda aracılık gibi işler yapmaktaydı. Bazen de doktorluk, eczacılık ve tercümanlık yapmakta ; kentte nelerin var olduğunu, hangi malın kimde bulunabileceğini, bunların miktarını ve niteliğini, satılık olup olmadığını en ince ayrıntısına kadar ve doğru olarak bilmekteydiler. Bu nedenle, ticari alışverişler için gerekli bilgi ancak onlardan sağlanabilirdi..
  Galante şu noktaya dikkat çeker : 16. ve 17. yüzyıllarda, yabancıların ticaret yapmak üzere İzmir'e yerleşmeleri ; Fransız, Hollandalı, Ragusalı, Venedikli ve daha sonra da İngiliz tüccarların yerel örf ve adetleri bilmemeleri yüzünden ; biraz değişik bir İspanyolca ile konuşan Musevileri hizmetlerine almışlar ve böylece kendilerine avantajlar da sağlamışlardır..
 
   

 



( RAUF BEYRU, "19.YÜZYILDA İZMİR'DE YAŞAM" ) 

19 Şubat 2013 Salı

LOUVRE MÜZESİ'NE İZMİR'DEN KURULAN ANTİK ESER KÖPRÜSÜ !..

   

   Louvre Müzesi "Smyrna Koleksiyonu" ; 300 yıl boyunca satın alınmış eserlerden oluşmaktadır. Bugün müzede bulunan üç heykel İzmir'i 17. yüzyılda terk etmiştir. Bu heykellerin ikisi Smryna'dan Versailles Sarayı dekorasyonu için gönderilmiştir ve 1789 Fransız İhtilali sonrası Louvre'a getirilmiştir. Bu iki heykel ; MR 79 kod numaralı LYKIA APOLLONU ve MR 255 kod numaralı SMYRNA JÜPİTERİ heykellerinin Roma dönemi kopyalarıdır ve 14. Louis tarafından satın alınmıştır.
   MR 978 numaralı mezar steli ( yukarıda örnekleri görülen ) aynı dönemde ; Cornelis de Bruijn adında bir Hollandalı tarafından satın alınmış, daha sonra Wolfenbüttel şatosundaki Brunswick dükleri kütüphanesine geçmiş ve Napoleon'un 1806-1807 yılında yaptığı askeri harekat sırasında ordu tarafından Louvre'a götürülmüştür.

   1842-44 yılları arasında Fransız tarihçi ve epigraf Phlippe Le Bas Yunanistan ve "Küçük Asya"yı bir uçtan bir uca gezer. "Yunanistan ve Küçük Asya'ya Arkeolojik Yolculuk" adlı bitiremediği kitabını Salomon Reinach  1888 yılında basar.
   Le Bas tarafından satın alınan ve 1843-45 yılları arasında Kral Louis-Philippe zamanında Louvre'a gelmiş iki heykel daha vardır : MA 2920 kod numaralı MOUSALAR KABARTMASI ve MA 28 kod numaralı HERAKLES EPİTRAPEZİOS heykelleri ..
   Kitapta ayrıca 1840 yılında iki İzmirli koleksiyoncu Borrell ve Gonzenbach'ın kente gelen ziyaretçilere antik eserler sattıkları da yazmaktadır..
   Satılan eserlerin hepsi İzmir'de bulunmamıştır. Örneğin Moussalar Kabartması Frigya yapımıdır ve Anadolu'nun iç kısımlarından getirilmiş olmalıdır.
   1850 yılında Louvre, Deiotimos oğlu Apollonides'in mezar yazıtını, onu İzmir'den getiren E.De Cadalvene'den satın almıştır.
   1882-1902 yılları arasındaki yirmi yıl, İzmir eserlerinin yoğunlukla müzeye ulaştığı bir dönemdir.
   Henri Foubert, yanında çalışan bir yardımcısının aracılığıyla, 1882'de Louvre'a İzmir'den gelen pek çok eser satmıştır : Bir Platon portresi ( MNC 226, Ma 70 ) gibi ..
   İzmirli iki Rum tüccar ; Basilios ve Demetrios Stilianopoulos, 1886-1905 yılları arasında, banker Dosseur'ün aracılığıyla Louvre'a İzmir ya da civarında bulunmuş antik nesneler satmışlardır. Louvre'a gelen eserlerin çoğunun, müzeye girmeden önce bu parlak ticaretten beslenen Fransız özel koleksiyonlarında yer aldığı bilinmektedir.
   1891'de Breuvery ve Gréau koleksiyonlarının satın alınması ile Louvre'un "Smyrna Koleksiyonu" daha da genişler.

   

   Louvre Müzesi'ne 1892'de Hakkı Bey bir erkek torsosu ( Ma 2581 ) ; 1896 ve 1898'de İzmir'de ikamet eden ve belki de bir piskoposluk meclisi üyesi olan Hambar Rahipbaşı ( Ma 3294 ) ile Üç Güzeller Kalıbı'nı müzeye satmıştır.
   Paul Gaudin de müzeye cömert bağışlarda bulunmuştur. "Batı Şirketi" demiryolu mühendisi olarak geldiği Türkiye'ye 1892'de yerleşen Gaudin önce Mudanya-Bursa hattında keşif sorumlusu olmuş, daha sonra İzmir-Kasaba hattını 1905'e kadar yönetmiştir..Bir Fransız erkek manastırının Kadifekale'de yaptığı ve binlerce pişmiş toprak figürünün bulunduğu arkeolojik kazılara katılmıştır. Bu araştırmaları finanse ettiği ve buluntuları İstanbul Müzesine verdiği için eserlerden bir kısmını kendine saklama hakkını elde etmiştir. Bu kazılardan kendi için aldığı eserleri 1895 ve 1903 yılları arasında Louvre Müzesi'ne vermiştir.

   13 Şubat 1902'de Paris'e yerleşen bir Yunan'dan satın alınan Herakles Heykelciği de müzede MND 522, Ma 3083 kod numarasıyla yer almaktadır..

   Louvre'da en geç İzmir eserleri ; 1929 yılında gelen yedi adet Yunanca yazıt ile 1749 yılından itibaren Peysonnel koleksiyonunda bulunan, Ma 3577 kod numaralı bir mezar stelidir..

( KAYNAK : Jean-Luc Martinez ; Louvre Müzesi ; Yunan,Roma ve Etrüsk Eserleri bölümü sorumlusu ) 

14 Şubat 2013 Perşembe

ANTİK ÇAĞ İZMİR'İ, BİR ŞEHRİN DOĞUŞU...

  

   M.Ö. 2000'li yıllarda Hititlerin ilk yerleştikleri yer Toros dağlarının kuzey taraflarıydı ; fakat gittikçe daha yukarılara doğru yayılarak genişlemişlerdi. İşte bu görkemli devlet, yaklaşık 4000 yıl önce, hemen hemen bütün Anadolu'ya sahip olmuştu. Hatta sonradan Anadolu'ya egemen olan ve soylarını güneş tanrısı Heraklis ile ilişkilendiren Lidyalılar'ın, örneğin Alyat ve Sadyat gibi kral isimleri hep Sami kavim adlarıdır. Hititler, yükselme ve büyüme dönemlerinde, bütün Anadolu'da egemen olduklarından, bu "Heraklidler" efsanesinin aslının Hititler olması pek olasıdır. Bundan da, Lidyalılar'ın Hitit uygarlığının etkisi altında kaldıkları anlaşılır..
   Tarihçi Kalinos'tan nakleden ünlü coğrafyacı Strabon diyor ki : Daha İzmir kenti yokken, Efes kentinin, Smyrne adında bir mahallesi ve karısının adı Smyrne olan Letsos adlı bir kralları vardı. Şimdiki İzmir'in bulunduğu yerde ise Lelejler oturuyordu.
   İşte Efes kentinin, Smyrne mahallesindeki Efesliler, buralarda oturan Lelejler'e saldırıp onları yerlerinden attılar ve o zamanlar İzmir körfezinin dayandığı Bornova arkasındaki dağlara kadar yürüdüler. Kralları Letsos da, körfezin dili kenarında bir kent kurarak, bu kente karısı Smyrne'nin adını verdi. Bu şekilde Efes kentinin Smyrne mahallesi halkını mutlu etmiş olduğu gibi, aynı mahallenin adını taşıyan koca bir kent kurmak suretiyle kazanılan zaferi de taçlandırmış oluyordu.
   Fakat o zaman, şimdiki İzmir kentinin bulunduğu yer daha denizdi. Körfez, Bornova dağlarına kadar uzanıyordu. Efesliler'in kurdukları bu ilk İzmir kenti şimdi Eski İzmir ( Paleo Smyrna ) adıyla anılmakta olup, Bornova'nın güneybatısında Bozyaka köyünde, toprağa karışmış bir yıkıntıdan başka bir şey değildir. Bu ilk İzmir'in ören yerinde daha sonraları birçok yazıtlar bulunmuş, bunlardan birkaçının da Bornova Camii duvarları içine sıkışmış bulunduğu görülmüştür..
   Yeni kurdukları bu kente yerleşen Efesliler, yeni adlarıyla İzmirliler, çok geçmeden kuzey komşuları Eoliyenler'in kıskançlık ve düşmanlıklarını çekerek, bunun sonucunda da saldırılarına uğrayarak memleketlerinden kovuldular ; Kolofon kentine çekildiler. Bu Eoliyen saldırısı, İzmir'in başına gelen ilk felaket ve işgali oluşturur..
   Çok geçmeden, M.Ö. 1015'de, Kolofonlular'dan kuvvet ve yardım alan İzmirliler, kentlerini yeniden ele geçirirler. Bu da İzmir'in ilk kez düşman elinden alınışıdır !..
   Genç belde şimdi de Lidyalılar'ın gözlerini kamaştırmaya, ağızlarını sulandırmaya başlamıştır. İlk Lidya saldırısı M.Ö. 845'de yapılmıştır. Lidya'nın yaptığı kuşatmaların birinden, Frigyalılar Lidyalılar'a saldırdığı için kurtulan İzmir, daha sonraları Lidya Kralı Sadyat'ın oğlu Alyat tarafından zapt edilmiştir. Ancak Lidyalılar'ın eline geçen, artık bir kent değil, bir yanmış toprak, bir küme yıkıntıdan ibarettir. Çetin, amansız ve müthiş saldırılar sonucunda ya kentte bir yangın çıkmış, yahut da kenti teslim etmek istemeyen İzmirliler kasten yakmışlardı. Bu trajediden sonra yersiz, yurtsuz ve sefil hale düşen İzmirliler tam 400 yıl, civar köyler ile dağlar ve ovalarda dağınık bir göçebe hayatı yaşadılar..
  Şehir bu haldeyken de işgallere uğradı ve el değiştirdi.. M.Ö 540-498 arası İranlılar, Yunanlılar, M.Ö. 477'de Ispartalılar, yine İranlılar, yine Ispartalılar, M.Ö.394'de yine İranlılar ve M.Ö. 329'da B.İskender..
   Pausanias ; Büyük İskender'in Pagos dağında (Kadifekale) bir çınar ağacı altında gördüğü rüyada Nemesis tanrıçalarının, tam uykuya daldığı yerde yeni Smyrna kentini kurması için kendisine ilham verdiklerini anlatmaktadır..
   İskender'in M.Ö. 323'deki ölümünden sonra çıkan kargaşada Makedonya'ya isyan eden Pamfilya-Lidya- Frigya Valisi Antigon, M.Ö. 307'de, İzmir'i de içine alan krallığını kurdu. Antigon tarafından inşasına başlanan ve Lysimakhos/Lizimak tarafından tamamlanan ikinci İzmir kentinin bir bölümü şimdiki Kadifekale'nin kuzeyinde, aynı dağ üzerinde, diğer bölümü de ovada olmak üzere kurulmuştu. Kentin bu aşağı bölgedeki basık bölümü, tanrılara danışıldıktan sonra Meles olarak adlandırılmış olan akarsu ile körfez arasında bulunuyordu..
   Yeni kentte süslü binalar yapılması, birbirini dik olarak kesen ve hatta direkli kemerlerle süslenen caddeler açılması gecikmedi. Truva kuşatmasını anlatan "İlyada" destanını yazan Şair Homeros'un anısına, Meles ırmağı kıyılarında yükselen bir tapınak yapıldı ve adına Homerium denildi. Kentin kurulmasının esin kaynağı olan Nemesis ile Tanrılar Anası namına yaptırılan diğer tapınaklar da, kentin ovadaki bölümünde inşa edildi. Akropol, yarış yeri, tiyatro ve agora ile kemerler, dağın eğik yüzeyinde kuruldular. Kentin liman girişi geceleri bir zincir ile kapatılırdı. Bu girişin çevresinde de insanlar iskan edilmişti. Hemen hemen deniz seviyesinde ve ırmağın getirdiği tortulardan oluşan kentin aşağı bölümünde yağmur sularının akıp gitmesi için lağımlar yoktu ; yağmurlu ve fırtınalı havalarda sokaklar suya boğulurdu, genel olarak bir pislik vardı..
   Yunan coğrafyacı Strabon, M.Ö. 1'nci yüzyılın sonlarına doğru kaleme aldığı ünlü "Geographika" adlı eserinde ; Smyrna'nın kendi zamanının en güzel İon kenti olduğunu yazmaktadır. Kent ; Pagos dağı ile deniz arasında uzanıyordu ve özellikle liman çevresinde yerleşim yoğundu. Kentin Hippodamos sisteminin kuralları doğrultusunda, birbirine dik planlanmış düz sokakları büyük taşlarla döşenmişti..
   Strabon kitabının iki bölümünde ; eski belde ile kendi zamanındakinin ( 2.İzmir) arasında 20 stad (3,6 km) bir uzaklık olduğunu yazar ve der ki : "Bir İzmir Körfezi, bir de İzmir kenti vardır. Bunlardan başka olarak da, şimdikinden 20 stad uzaklıkta, eski İzmir'in bulunduğu başka bir körfez vardır.."
   Strabon'un bu açık tanımlamasına göre eski İzmir, bugün dolmuş ve kapanmış olan Bornova koyunun içindeydi. Meles çayının getirdiği tortuların önemi dikkate alınırsa, eski zamanlarda denizin bugünküne göre daha içerilerde olduğu anlaşılır. O halde eski İzmir'i bugünkünden başka bir körfez içine oturtmalıdır. Bugün Bornova'nın güneybatısında harabelerle dolu bir yer vardır ki, şimdi Eski İzmir ( Palea Smyrna) denilen bu yerde, İlk İzmir kentinin kurulduğu anlaşılmaktadır..