1 Mayıs 2016 Pazar
KARŞIYAKA'NIN BALKONLARI !....
"Si muero,
dejad el balcon abierto.."
"Ölürsem, balkon kapısını açık bırakın"... Yıllar evvel Lorca'ya ait bu dizeleri okuduğumda boğazıma bir şey düğümlendi. Neden olduğunu bilemedim. Bunca yıl da bilmedim. Şiiri unutmuş gitmişim. Ne zaman ki bize Karşıyaka'yı anlat dediler, birden hatırladım. Ve anladım. Oradaki en güzel kelime "balkon" idi, beni sarsan oydu..
Yazın sokaklar klima motorlarına, onların kustuğu sıcak havaya teslim olmadan evvel Karşıyaka'da balkonlarda yaşardık biz. Her şey sabahları yatak döşeğin yerden kaldırılıp balkonun bir güzel yıkanmasıyla başlardı. İzmirli kadın üzerine bol bir elbise, elinde çalı süpürgesi, birbirine kısa bir merhabadan sonra taşlarını, fayanslarını yıkardı. Sonra kuru bir havluyla üzerinden geçmek adettendi. Çünkü birazdan kahvaltı yapılacaktır orada, sabah saatlerinin güneşi o kadar etkili değildir, kurumasını bekleyemez..
Alt kat, üst kat, yan daire, çaprazı, herkes kahvaltıda.. Ortalıkta nefis bir salatalık kokusu. Belki bir çingene salatası. Çok beklemeye gerek yok, Karşıyaka'nın gevrekçileri müşterisini mağdur etmez. "Gevrek var, boyoz var, sıcak sıcak.." Takkeli amca bizimkisi. Biz onu bekleriz. Sallarız sepetimizi, alırız gevreğimizi. Evde illaki boyoz isteyen iştahlı bir delikanlı olur. Peki, sen de onu ye madem..Masada bir eksik mi var ? Önemli değil.. Yakın balkonlardan birinde muhakkak bir akraba vardır. Teyze olur, amca olur, hala olur..Dip dibe otururuz biz. Bir evden misafir dağılır, apartman kapısından çıkan olmaz !..
Kahvaltı bitti mi kahve zamanı. Hah işte, şimdi mesele bu.. Kimin balkonunda içilecek ?..Güneşin konumu önemli. Gölgenin peşinde koşan bir milletiz. Rotasyonumuz var.. Bir gün o kapı, bir gün diğeri.. "Küçük Avcı" kahvesi her evin baş tacı. Çarşıya gideriz onun için, öyle bakkalda çakkalda filan bulunmaz. Taze değilse hiç olmaz. Evin hanımı iki tane üst üste içse yeri. Ne de olsa bir akşamdan kalmışlık hali var. Ama durun, oraya sonra geleceğiz..
Öğlenleri "mıh" gibi kaparız balkon kapılarımızı, kendi kaderlerine terk ederiz. Sıcak. Daha da sıcak olacak.. Her Karşıyakalı günde bir kez söyler bu sözleri.. Çoğunlukla kimin şarkısı olduğunu bilmeden.. Evin içi mümkün mertebe -genelde panjurlarla- karartılır, ev halkı zorunlu uykuya .. Dışarıda kaynar sıcak var derler. Sokaklar bomboş. Zoraki uykusever oluruz..
Ama saat altıyı geçti mi açılır o kapılar, birden sokaklara ses yayılır. Haydi bakalım, bir kez daha yıkanır balkon, taşlar serinler. Öğleden sonra çayı olur, kahvesi olur, birer gevrek daha belki, yenilir içilir, ama bunların hiçbir önemi yoktur. Çünkü Karşıyaka balkonları her akşamüstü düğüne hazırlanır gibi geceye hazırlanır. Masalara beyaz örtüler, kayık tabaklarda mezeler, anne babalara rakı bardakları, çocuklara meşrubat, bazen bira.. Her şey hazır olduktan sonra en son televizyonlar çevrilir. Karşıyaka'da televizyonlar sırtını hep balkonlara vermiştir, bir hareketle yön değiştirir. Akşamları sokaktan geçerken sağa sola bakarak yürüyenler zamanın tek kanalında oynayan bir filmi pekala baştan sona takip edebilir. Rakının yanında güzel giden bir başka meze de o televizyon muhabbetidir. Şahsen masadan ikişer kadeh içilmeden kalkıldığını ne gördüm, ne işittim. Ama tek çizgide yürümek icap ederse Karşıyaka kadını da erkeği de onu becerir..
Geç oldu mu, yatma vakti geldi mi genelde evin çocukları mızıldanır. O sıcakta evin içinde uyanmaz ki. İşte sabahları fazladan iş çıkartan o yatak döşek o zaman serilir. Hiç olmadı koltuğun minderleriyle idare edilir. Üzerine serin bir çarşaf, bir de pike.. Ama bir dayı, büyükçe bir kuzen, o çocukları baştan çıkartacak biri muhakkak vardır. Yanlarına uzanır. Gidin mutfaktan bakır tencereleri alın. Tencereler karnın üzerinde ters çevrilir, üzerine vurula vurula "Yıldızların Altında" söylenir... Biraz da astronomi dersi.. Karşıyakalı çocuk Büyük Ayı'yı, Küçük Ayı'yı yattığı yerde öğrenir..
Taş çatlasın o on metrekare dünyaya bedel.. Belki bugün terk edilmiş. Günde bir kez yıkanıyor.. Ama benim için hep aynı..
"Si muero,
dejad el balcon abierto.."
(ASLI PERKER'in "YAZARLARIN MUHİTLERİ /KARŞIYAKA İZMİR" başlıklı yazısından alınmıştır..)
28 Şubat 2016 Pazar
TARIK DURSUN K. İLE ESKİ İZMİR'İ YAŞAMAK..
Konak Belediyesi tarafından çıkarılan emsalsiz bir dergi getirdi büyük oğlum ve çok sevdim.. KNK/Kent Yaşam adlı dergiden,Saadet Erciyas Hanımefendi'nin bir yazısını paylaşmak istiyorum ve izinsiz alıntıladığım bu güzel yazı için hem özür diliyorum, hem de teşekkürlerimi sunuyorum ..
Eğer İzmir'de yaşıyorsanız ve hala bir Tarık Dursun K. kitabı okumadıysanız, eski İzmir'e ilişkin hikayeniz eksik kalmış demektir. "Neden O'nun bir kitabını okumalıyım ?" derseniz işte size yanıtım :
Tarık Dursun K.'nın kitaplarında çocukluğunuzun İzmir'ini anımsayacaksınız. İzmir'in bitmek tükenmek bilmeyen yokuşlarını (Deve Çıkmazı'nı, Patlıcanlı Yokuş'u ya da Yangın Yokuşu'nu) çıkacak, soluk almak için durup dinlendiğinizde arkanızda "şak şaka içindeki" eşsiz körfez manzarasını göreceksiniz.
Kapılarda oturup karpuz çekirdeklerini çitleyen, saçları ensesinde topuz yapılmış Musevi kadınlara bir selam göndereceksiniz. Musevilerden bu kente kalan yoksul işi sabah yemeği boyozdan atıştırıp "dehşetengiz" tadıyla subye içip içinizi ferahlatacaksınız.
Susadığınızda köşebaşlarında akan çeşmelere ağzınızı dayayıp kana kana doğal kaynak sularından içeceksiniz.
İzmir'in kokularını çekeceksiniz içinize. Sarıkışla'dan söz ederken postal kokusu, Kemeraltı'ndan geçerken Gizli Çiçek, Altın Damlası kolonyasının kokusu sarıverecek her yanınızı.
Sokaklarda, evlerin kapısı açıldığında bahçelerde turunç, incir ağaçları, kapılarda yaseminler karşılayacak sizi. Yaseminleri toplayıp çam ağaçlarının iğneli yapraklarına geçirecek, çam demetlerini, yarım bardak suyla dolu bir çay bardağının içinde masanıza koyacaksınız.
Ne Alsancak'a, ne Karşıyaka'ya benzemeyen, Ali Reis Mahallesi'nin sokaklarına dalacaksınız. Daracık, iç içe geçmiş sokaklarda kaybolacaksınız. Eşsiz İzmir manzarasına sahip evlerinin teraslarında, havagazıyla aydınlanan sokakların ışıklarını sayacak, gece gökyüzündeki yıldızları seyredeceksiniz.
Konak Meydanı'nda, Valilik binasının mermer merdivenlerine oturan geniş şalvarlı, koca memeli, başlarında kenarı çiçek oyalı tülbentleri, bembeyaz dişli Roman kadınları gülerek mis kokulu kırmızı karanfil, demet demet nergis uzatacaklar size.
Sıcak yaz akşamlarında sinemaya koşacaksınız ailecek. Tahta sandalyelerde oturup, elinizde çiğdemler, serin gazozlar, bir hayal aleminde dolaşacak belki "aşki", belki kovboy filmleri izleyeceksiniz saatler boyu.
İzmirlinin daha hoşgörülü, İzmir caddelerinin daha sakin, sokakların daha az kalabalık, daha temiz, komşuluğun daha içten, dostlukların daha uzun ömürlü, paranın kalpleri bugünkü gibi satın almadığı, kentin denizle daha iç içe olduğu yıllara uzanacaksınız.
Arap Fırını'ndan sıcak boyoz alıp, Garry Tobacco'nun tütün fabrikasına doğru yol alacaksınız yavaşça.
Kemeraltı'nda unutulmaz Yasef Usta'nın meyhanesine uğrayıp Göztepe'nin yağlı marulları eşliğinde sunulmuş balıklardan yiyeceksiniz.
Takvimlerin sayfalarını geriye çevirirken, İzmir'deki değişimi de şaşkınlıkla izleyeceksiniz. Kapı önlerindeki kadınları, havada uçuşan kahkahaları, pencerelerdeki sardunyaları, bahçelerdeki turunç ağaçlarını arayacaksınız.
Eşrefpaşa'dan yokuşu çıkan tütüncü, incirci, üzümcü kızların takunyalarıyla çıkardığı yoksulluğun senfonisini duyacaksınız hüzünle.
Tarık Dursun'un anlattığı yokuşlara, sokaklara, çıkmazlara bakıp bugün, o günlerden izler arayacaksınız bir bir.
Ortak sevdamız olan kentin ortak geçmişine yolculuk yapacaksınız. Kendinizi okuyup bu kentin geçmişteki güzelliklerine bir kere daha hayran kalacak, özlem duyacaksınız.
"İzmir zengin bir aşure. Her şeyi bol. Kendi kendine ya da aşurenin içinde yer alan insan topluluklarının birbirine inanılmaz derecede saygı duyduğu.. Bakın şimdi farkına varıyoruz. Biz o zamanlar Arnavut, Boşnak, Musevi, Kürt, Sırp, Rum, Çerkes hep bir arada yaşıyoruz," diyen yazarın sözlerini "Peki ya şimdi böyle miyiz ?" diye sorgulayacaksınız.
Tarık Dursun K.'nın kaleminden eski İzmir'i okumak size de iyi gelecek.
Eminim siz de bu kente teşekkür edeceksiniz... En sıkıldığınız anlarda on dakikada yeşilliklere, kuş seslerine ya da denizin tatlı esintisine kavuşabilecek kadar doğal, her dem taze, her dem genç bir kent olarak kalmayı becerebildiği için. Kışın en soğuk günlerinde kokusuyla içinizi ferahlatan nergisleri, sümbülleri için.. İçinize renkleriyle coşku veren radikası, arapsaçı, şevket-i bostan, turp otu, filizi için.. Pazaryerleri için.. Yıllar boyu her gelen yerel yöneticilerin büyük işler yapıyormuşçasına altını üstüne getirmesine karşın hala orijinalliğini korumayı başarabildiği için.. Havra Sokağı, Kemeraltı, Mezarlıkbaşı, Konak Meydanı için.. Aldığı göçlerle deformasyona uğrasa da yitirmediği hoşgörüsü, misafirperverliği ve diyaloğu için.. Adım adım dolaştığınızda eski sokaklardan aldığınız sakız kokusu, dostluk kokusu, insanlık sevgisi için.. Amazon kadınlardan el alan güçlü anneleri, dik duruşlu genç kızları, çalışkan kadınları için.. İZMİR AH ! diyeceksiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)