Kamil Paşa'nın valiliği sırasında İzmir, İstanbul ve diğer yakın vilayetlere oranla hürriyet havasını en çok soluyan bir vilayet merkezi idi. Gerçi İzmir'de de bazı hafiyeler yok değildi ; fakat bunlar diğer yerlerde bilhassa İstanbul'da bulunanlar kadar kötülük yapamıyorlardı. Çünkü vilayetin bu hususta tuttuğu siyaset bunların neden olduğu zararları mümkün olduğunca sınırlıyordu. Bu sebeple, İstanbul'dan İzmir'e sürülmüş olan bazı kimseler vaziyetlerinden memnun bulunuyordu.. Hatta bunlardan bir kısmına vilayetçe rejide ve diğer dairelerde uygun görevler verilerek geçimleri sağlanırdı..
Bunlardan Abdülhalim Memduh vilayet tercümanı olarak, Müstecabizade İsmet ise rejide görevliydi. Bir gün bunlar ve daha birkaç arkadaşları, Şair Eşref'in kaymakam olarak bulunduğu Kırkağaç'a gitmişler, şaire misafir olmuşlardı. Şair Eşref filozof bir kişi olmasına rağmen, tutumluydu ve ekonomik olmayı severdi. Konuklarını güzelce kabul etti ve akşama doğru biraz içmek için hazırlattığı masanın başına oturmuş, misafirlerini etrafına toplamıştı.
Yanındaki odacıyı çağırdı ve cebinden bir tane 2 kuruşluk çıkararak odacıya verdi. "Şuradan biraz rakı, peynir, zeytin, domates al getir" dedi. Kapıdan çıkmadan : "Artarsa taze soğan, marul da alırsın," dedi. Bunun üzerine Abdülhalim dayanamayarak : "Gel" diye hademeye bağırmış : "Oğlum, eğer artarsa kendine de bir kostüm alırsın !.."
Dönemin Vilayet Postacısı M. Kamil Dursun, "İzmir Hatıraları" adlı kitabında Sultan Abdülhamid dönemine ait bir anısını da aktarıyor..
"O sıralarda Fransızların İstanbul'da isteklerine göre çözümleyemedikleri bir antrepolar sorunu vardı. Türkiye'deki Fransız yetkililer işin istedikleri gibi olması için Fransız donanmasının Midilli Adasını işgal etmesini istemişler, donanma da Midilli'ye gelmişti..
"Midilli'nin İzmir'e yakınlığı nedeniyle bu haber şehirde yayılınca, halk çok üzülmüştü. Sorunun Babıali ile çözümü günlerdir devam ettiğinden, o zamanlar Midilli'de mutasarrıf olan Tireli Galip Ağa ne yapması gerektiğini vilayetimiz valisi Kamil Paşa'dan sormuştu. Kamil Paşa da ona, Babıali'den alacağı talimatı bekleyerek işgal durumunun Fransız filosu kumandanı nezdinde derhal protesto edilmesini önerdi..
"Midilli sorununun memleketin çoğu taraflarında, bilhassa çevre vilayetlerde, herkes tarafından duyulmasından telaşa düşen Sultan Abdülhamid'in bir iradesi derhal Midilli'ye yakın vilayetlere gönderilerek bildirildi. Bu irade, Midilli işgalinin halk üzerinde oluşturduğu etkiyi güya ortadan kaldırmak için duyurulmuştu.Bunda, vilayet dahilinde, köylere varıncaya kadar mevcut olan bütün camilerin, mescitlerin, medrese ve tekkelerin hangilerinin kaç liraya tamir ve ne kadar onarıma muhtaç oldukları sorulmakta ve hemen bir komisyon kurularak keşiflerinin yaptırılması, defterlerinin düzenlenmesi ve gönderilmesi bildiriliyordu.. Bunun üzerine vilayette, sancaklarda, kazalarda, valinin ve mutasarrıflar ile kaymakamların birinci ve kadıların ikinci başkanlıkları altında müftülerin ve bir kısım idare mezlisi ve belediye azalarının dahil olduğu komisyonlar oluşturuldu.. Bu komisyonlara vilayetçe ve mutasarrıflıklarca katipler atanarak işe başlandı. Birkaç ay devamlı çalıştılar. Defterleri düzenlediler, İstanbul'a göndermek için hazırladılar.. Defterler yazılıp bittikten sonra vilayette toplandı. Toplandıktan sonra hepsini içeren genel defter, vali paşanın emriyle katiplerden biri tarafından imza edilmek üzere ikinci başkan ve azalara götürüldü.
"O zaman İzmir müftüsü olan Said Efendi, bu defteri imzalaması için yanına gelen katibe : 'Cami ve medreselerde bu kadar para harcanacağına ve böyle işlerle uğraşılacağına donanma yapılması daha uygun olur,' diyerek defteri imzalamak istememişti.. Sonunda vali paşanın özel olarak evine gönderdiği bir yaver vasıtasıyla defteri mühürlemeye ikna edilmiş ve toplam tutarı çok kabarık bir rakam içeren genel defter İstanbul'a gönderilmişti..
"Bundan sonra birçok imamlar, müderrisler, şeyhler aylarca umutla kendi cami, medrese ve tekkelerinin tamiratı için paraların gelmesini beklemişler ve aylarca, yıllarca bekledikleri halde bundan hiçbir şey çıkmadığını görmüşlerdi..
"Sonradan anlaşıldı ki, bu iradeler sarayın bütün halkı oyalamak ve Midilli işgaline üzülen kamuoyunu avutmak için yapılmış sahte bir önlemden ibaretti !..."
"Bırakın bu toplamı milyonlarca altına mal olacak tamir-onarım masraflarını, memurların maaşından bile ortada eser yoktu !.. 3-4 ayda bir ancak umumi maaş verilebiliyordu. Bu da ancak Sultan Abdülhamid'in ikinci katibi, yakınlarından, İzzet Holo'nun başkanlığında oluşturulmuş maliye komisyonunun emriyle sarf ediliyordu..
"Her tarafta mali sıkıntıdan dolayı maaşlar aylarca verilmeyince, bazı kazalarda mal müdürlerinin ve sandık eminlerinin saldırıya uğradıkları oluyordu. İşte bu sırada İzmir mektupçusu kaleminde şöyle bir diyalog yapılmıştı :
"O zamanlar Mektupçu kaleminde baş müsevvit (müsvedde,taslak yapan katip) Bıçakçızade Hakkı Bey, 3-4 aydır maaşlarını alamayan ve ihtiyaç içinde kıvranan arkadaşlarıyla ne yapacaklarını düşünürken mesalih-i ecnebiye (yabancı işleri) katibi Yakup Efendi gelerek Hakkı Bey'e : 'Üstat, evrak kaleminde vali paşaya mahsus olarak Çine'nin Madran dağlarından getirilmiş birkaç damacana Çine suyu vardır. Bir tanesi açık olduğundan evrak kalemi katipleri içiyorlar. Bana da verdiler bir bardak içtim. Öyle bir su ki, bir bardak içince hemen acıkıyor, iştahınız artıyor, siz de içiniz' dedi. Hakkı Bey de yanıt olarak : 'Arkadaşlar biz 3-4 ayda bir maaş alıyoruz. Bize hemen öyle bir bardakta iştah açacak bir su değil, bir bardak içince üç gün açlık duyurmayacak bir su varsa onu tavsiye et,' diyerek karşılıkta bulundu !.."